30 Aralık 2009 Çarşamba

Seneye Görüşürüz(ha ha ha)

Allah var, 2009 senesi kötü geçti dersem yalan olur.

Yani evet sıkıntılıydı ama hedeflerimize ulaşmanın verdiği keyifler ve o keyif öncesi sıkıntılardı var olanlar. Belki de bu yüzden çok çabuk geçti gibi geliyor bana.

Sene başında kendime liste yapmıştım ve şimdi listeme bakıyorum da çoğunu gerçekleştirmişim. Bu sene kocaman bir aferini hak ettim. (Demek ki kocaman bir dilim çizkek yiyebilirimJ)

Bu sene de liste yaptım. Aslında daha çok bu sene neler istediğimi listeledim.

İlk sırada kesinlikle kendim, çocuklarım ve sevdiklerim için sağlık.

Sonra aşkın en güzel hali.

Üçüncü sırada güzel dostluklar

Dördüncü sırada istediğim 7 serisi bir BMW

Beşinci sırada verilecek 40 kilo daha.

Altıncı sırayı bol bol seyahat alıyor

Yedinci sıramda iş atılımlarım var

Ve son olarak, kimseye muhtaç etmeyecek azlık ile azdırtmayacak çoklukta para.

Hııım güzel bir liste oldu.

Umarım bu yeni yılda Allah listelerimizin çoğunu hatta mümkünse tümünü verir.
Umarım keyifli bir yıl olur.
Umarım mutluluk bu sene alışkanlığımız olur.

Hepinize şimdiden İYİ YILLAAARRRRRR.

Bilgen,aşkınengüzelhali

21 Aralık 2009 Pazartesi

Gece Uzun Da...

21 Aralık… Yani en uzun gece.

Ne zamandır ilişkinizi canlandırmak için bir şey yapmamışsanız, bugün tam o gündür.

Mesela bir mesajla başlayabilirsiniz. Örneğin mesaj göndereceğiniz bayan ise,
“Bugün en uzun gece ve gözlerinin derinliklerinde geçirmek istiyorum” gayet merak uyandıran bir mesaj olur ve karşılığında bir kıkırdama alırsınız.

Mesaj göndereceğiniz kişi erkek ise,
“Bugün en uzun gece ve kollarının sıcaklığında geçirmek istiyorum” yazan bir mesaj gönderebilirsiniz. Aslında burada sizin bahsettiğiniz koltukta sarmaş dolaş film izlemek olmasına rağmen, O anlamak istediği gibi anlayacak ve gece için heyecanlanacaktır.

Öğleden sonra ikinci mesaj gelmeli hemen. “lafta bugün en kısa gün. Ama sensiz geçmek bilmedi” (her iki cinsiyete de uyan bir mesajdır)

Aslında bu öğleden sonra mesajı ablalar üzerinde çok etkili olacaktır da, abiler biraz daralabilir. J

Ve akşam, kesinlikle keyifli bir yemek olmalı. İlla dışarıda olacak diye bir şey yok.

Güzel bir yemek hazırlanabilir. Kulağı tırmalamayan şarkılar eşlik eder size fonda. Hatta şarkının birinde kalkıp iki tur dönüp gülebilirsiniz bile.

Sonra kahvelerinizi alıp koltuğa gömülürsünüz. Bu gece Ezel var. Kesin %90 nınız seyrediyordur. Diziyi seyredersiniz. (Şahsi tercihim güzel bir dvd ama size kalmış tabii)

Diziyi seyrederken ablanın ayaklarını ovmak +50 puan kazandırır. Size yaslanmış olan abinin omuzlarını ovmak ise +20 puan. (Masajı fazla abartmamak lazım. Lakin uyku getirebilir)

Ve sonra güzel birkaç söz heyecanı arttıracaktır.

Artık geriside size kalmış canım. Ne de olsa gece uzun.

Bilgen,geceuzundaaşknerde

17 Aralık 2009 Perşembe

Yeni Yıl Yeni Yıl Yeni Yıl (Amin)

Bugün Muharrem 1.

Yani hicri yılbaşı.

Din büyüklerimizin bize öğrettiğine göre bugün yeni bir yılın ilk günü olduğundan, sadaka vermek, fakir fukara gözetmek pek sevaptır.

Mesela biz evimizin bolluğu bereketi olsun, ağız tadımız hiç bitmesin diye, bugün 1 paket tuz- 1 ekmek ve 1 paket pirinç yada bulgur alır pişiririz.

Allah kazadan beladan korusun diye de en az 3 fakir fukaraya sadaka veririz.

Aslında bu bahsettiğim şeyler ne kadar güzel adetler.

Yeni yılımız iyi geçsin diye, evimizde yemekler pişiriyor ve yediriyoruz. O gün etrafımızdaki fakiri fukarayı kolluyoruz. Sadaka dediğin nedir ki? Bir paket pirinç de sadakadır, 5 tl de sadakadır, bir kediyi beslemek bile sadakadır.

Yapılanlar aslında ne kadar küçük ama damlalar buluştuğunda gölleri denizleri oluşturuyor.

Bugün aynı zamanda Mevlana Hazretlerinin Allah’a kavuşma günü. (Seb-i Aruz)

Ne mübarek bir perşembedir bu.

Yeni yılınız mübarek olsun, Mevlana’mızın mekanı cennet olsun, akşama pilates var kaslarım gergin olsun.

Bilgen,huşuiçinde

“Ne fark eder kör insan için elmas da bir cam da
Sana bakan kör ise, kendini camdan sanma” (Mevlana)

Not: Verecek birini bulamazsanız sadakanızı bana gönderin ben dağıtırım.

11 Aralık 2009 Cuma

Bu Sabah Yağmur Var

Dondum kaldım.

Uzun zamandır bir şarkının sözleri bu kadar derinden etkilememişti beni. Şimdi bakıyorum öyle çok şaşalı sözlerde değil ama nedense bana çok dokundu.

“Ahh ulan” dedim, “adamlar sevdikleri kadınlar için neler yazıyorlar; bense hâlâ ilişkiler, evlilikler ve erkekler üzerine yazı yazıp duruyorum. Abla adamı aşık etmiş kendine bir de üzerine şarkı yazdırtmış. Offf offffff”

Birde bu sabah kalktım yağmur yağıyor.

Berekettir yağmur di mi?

Allah bereketi, mutluluğu, aşkı bol bir hafta sonu versin.

Hayırlı cumalar

Bilgen,yazkızımkereviz

9 Aralık 2009 Çarşamba

Eziyetin Baş Harfi "P"

Dediler ki, seanstan çıktığında günün bütün yorgunluğu, stresin akıp gidiyor. Kendini çok dinç ve enerji dolu hissediyorsun. Ayrıca hoplayıp zıplamadan, oturduğun yerde yapıyorsun her şeyi.

Zayıflamamdan sorumlu devlet bakanı Zerrin Hanımcım da pilatese gitmemi söyleyince, deneyelim bari dedim.

Aktif arkadaşım Sırma’nın önerisi ile onun gittiği mekâna gittik.

Yere halımsı şeyleri serdiler. Hepimiz bir halının üstüne geçtik. Ortaya da benim üçte birim kadar bir kızcağız geçti.

- Yeni başlayan arkadaşlar nefes alışverişlere dikkat etsinler. Sizler son beşleri yapmasanız olur. İlk günden yormayalım sizi dedi.

Kızın bu sevgi dolu hali ve güler yüzü içimi ısıtmadı değil ama lavuk ısınma hareketlerinden sonra yaptırdığı hareketlerde “acıyor” diyenlere “acısın” , “acıyacak tabi” , “kopmaz merak etmeyin” gibi zalim sözleri ile o güler yüzünün altında bir şeytan olduğunu gösterdi.

Bir ara burnumdan halımsı şeye ter pıt pıt damlarken Sırma’ya baktım. Sırma gayet rahat bütün hareketleri yapıyor. Dedim bende bir sorun var herhalde. Ama bir insan parası ile kendine bu kadar eziyet etmez be kardeşim.

Dersten çıktığımda zaten bacaklarımı hissetmiyordum. Bugün ise vücudumda varlığını bilmediğim ne çok kasım olduğunu fark ediyorum her hareket ettiğimde. Eğer bu kaslar gerçekten çalışıp güçlenecekse iki sene podyumlardayım.

Napalım acı olmadan güzellik olmuyor.

Bilgen,taşşşşşşş

7 Aralık 2009 Pazartesi

Hepinize İtirafımdır

Genelde güneşli bahar günlerini kapsayan hafta sonlarında, annemde bir temizlik tutkusu başlardı. İlla bir yerleri deşme, yer değiştirme, toparlama ihtiyacı hissederdi ve bu ihtiyacına işkence ederek beni de dahil ederdi.

Zaten haftada bir Nuran Teyze gelip evi temizliyorken, neden benim güneşli bir hafta sonum çayırda çimende kıkırdayarak değil de annemle vileda ve katlama organizasyonları ile geçtiğini anlayamaz ve anneme kızardım. Annem ise

- Bizim yapacağımız temizlik ayrı, Nuran Hanım’ın yapacağı temizlik ayrı. O benim düzenimi ne bilsin, nasıl toparlasın. İleride evin olduğunda anlayacaksın derdi.

Şu ileride anlayacağım şeylerin bir an evvel gelmesi ve geldiğinde ise hiç de onların dediği gibi olmadığını ispatlamak için sabırsızca bekledim ve işte o gün geldi.

Artık kabul etmeliyim ki, benim de şu salondaki çekmeceleri toparlamam, gardırobu bi döküp yeniden düzenlemem, kütüphaneyi kitaplarımın durumuna göre yeniden organize etmem gerekiyor ve bunu maalesef sadece ben yapabilirim. Daha doğrusu sadece ben yapmalıyım.

Ama ne zaman iş yapmak için erken gitsem eve ya da bu işler için bir hafta sonumu boşaltsam, üzerime nasıl bir yorgunluk çöküyor, nasıl üşeniyorum, nasıl mıkırdanıyorum anlatamam. Salonda köşe koltuğuma gömülüyorum, normalde asla seyretmeyeceğim aptal tv programlarını veya salak dizileri izliyorum. Resmen ölü toprağı seriliyor üstüme, elimi kaldıramıyorum.

Çok da istiyorum yapmayı. İstiyorum benimde düzenli çekmecelerim ve eşyalarım olsun. Aradığım şeyi bulabileyim. Hatta çocuklarıma da öğreteyim düzeni.

Ama yok işte olmuyor. Yapamıyorum. Üşeniyorum, yeriniyorum, tembelim.

Bilgen,ohhhsonundaitirafettim.

3 Aralık 2009 Perşembe

Ne Yapsaaammmm

Miskin bir yaz, sıkıntılı bir sonbahar ve gelmek bilmeyen kışla birlikte artık küçük şehir insanları olarak sosyal faaliyetlerimizi düzenler olduk. Yani dağdan kırdan bayırdan daha kapalı mekânlara girmeye ve yalnız başına sahile inip kitap okumalardan grup olarak sinema ve ev ziyareti organizasyonları yapmaya başladık.

Bende dahil olmak üzere bir gurup arkadaşım kışı geçirmek ve soğuk kışın yarattığı anlamsız vakti lehlerine çevirmek için değişik faaliyetlere bakınmaya başladılar.

Artık bende de bu tarz bir bakınma başladı açıkçası. Bugün birkaç kişiyle konuştum neler yapıyorlar diye. Kimisi yogaya gidiyormuş, kimisi yeni bir dil kursuna başlamış.

Ya ne bileyim ben biraz daha değişik bir şeyler arıyorum aslında.

Yeni bir dili öğrenme gayretine tahammül edebileceğimi sanmıyorum. Evet İsviçre’deyken insanların o sevimli aksanları ile konuştukları Fransızca ve İtalyanca pek sempatik gelmişti ama kendimi haftada 3 gün, iş çıkışı bir sınıfa kapanıp “bonjuuuuur” derken düşünemiyorum.

Spor salonu tarzı yerlerde kesinlikle bana göre değil. Kendimi biliyorum en fazla 2 kere gider bırakırım.

Daha bir farklı bir şey olmalı. Ne bileyim kıpır kıpır olmalı. Enerji vermeli bana. Gitmek için can atmalıyım ve gittiğimde çok eğlenmeliyim. Enerji harcayabilirim ya da oturabilirim. Sadece keyifli, komik, rahatlatıcı bir şey olsun; üstümdeki negatif enerjiyi alsın istiyorum.

Var mı bildiğiniz böyle bir şey?

Ne yapsam yaaaaa…

Hadi düşünün, fikir bekliyorum.

Bilgen,ahhbiredahhburdaolsandatangoyagitsek

Ahhh Prenses Ahh

Şu Pamuk Prenses ne şanslı kız ya.

Aptal aptal ev işleri yaparken yaşlı cadının oyununa geliyor ve elmayı yiyor. Zehirleniyor. Gerçek aşkı onu öperse ancak yeniden hayata dönebiliyor. Prens de geliyor, öpüyor ve yeniden hayata dönüyor.

Diğerlerinin işi biraz daha zor. Mesela Sindirella kabakla, fareyle, camdan ayakkabı ile uğraşıyor. Rapunzel saçını uzatıyor adamcağız tırmansın diye, Bell çirkin görünüşlü bir adamla aynı şatoda kalıyor aylarca ve sonunda adamın içindeki güzelliği sevmeyi öğreniyor.

Oysa Pamuk Prenses en rahatı. Uyuyor. Öpücüğü alıp uyandığında da acaba bu prens doğru adam mı diye sorgulamasına bile gerek yok. Çünkü prens büyüğü bozuyor.

Ola ki Pamuk Prenses’in kral babası “Olmaz kızım, onlar bizim denk ülkemiz değiller. Bu adam seni mutlu edemez” dese bile, Pamuk’un vereceği cevap belli “Baba, adam büyüyü bozdu. Daha napsın!!”

Sonsuza kadar o gerçek aşkı gelmese bile yine sorun yok, çünkü uyuyor. Hiçbir şeyin farkında değil. Ohh dön o yana, dön bu yana. Gör rüyanda Alpleri, sıcak çikolataları vs vs vs.

Oysa bir de bize bak.

Güzel olmak zorundayız, akıllı olmak zorundayız, doğru tercihler yapmak zorundayız. Zaman geçiyor, yaşlanıyoruz, daha çok akıllanıyoruz. Beyaz atlı prens diye bir şey olmadığını fark ediyoruz. Hayal kırıklıklarından iki adet Boğaz Köprüsü yapabiliyoruz.

Yazık bize çok yazık.

Bilgen,benartıkprensesolmakistiyorum

4 Kasım 2009 Çarşamba

Ayna Ayna Söyle Bana

Bir dostum derdi ki, güzel kadın dediğin sabah yataktan kalktığında bile Merlin Monro gibi gözükebilendir.

Bu sabah yataktan kalktım. Aynada kendime baktım. Bir daha baktım. Durdum bir daha baktım.

Havaya kalkmış saçlar, morarmış gözaltı, bembeyaz bir ten. Merlin kim ben kim.

Ama bunca olumsuzluğun yanında yeşil gözlerin olduğu gibi duruyor ve ne kadar çirkin görünürsem görüneyim onlar yemyeşil parlıyor.

Önemli olan bu değil mi zaten, gözlerimin hala parlayabilmesi? Hala hayata dair umutlarımın olması, hala geleceğe inanmam ve hala yeni doğan gün için nefes almamı gerektirecek sebepler bulmam.

Umudumuz hiç bitmesin.

Bilgen,ancelinadasabahlarıuyandığındaçirkinoluyormudur

28 Ekim 2009 Çarşamba

Allah'ım Bana Akıl Ver

Bir oyun vardı bilgisayarda. Ticaret yaparak para kazanıyorsun. Oyunda nasıl iyiyim anlatamam. Milyon dolar cirom var, gelir gider düzenimi ayarlamışım, çalışanlarım memnun. Tamam dedim kendi kendime artık özel sektöre adım atmanın zamanı geldi.

Sonra Sims (günlük hayatı yönettiğin bir bilgisayar oyunu) çıktı. Ben Sims’in hastayım ve sabahlara kadar oynuyorum.

Sims’ten hevesimi aldığımda anladım ki benden mükemmel bir anne olur.

Ve işte bu oyunun ardından Elif dünyaya geldi.

Daha sonra restoran işletmeciliği ile ilgili bilgisayar oyunlarına merak saldım. Diner Dash1 – 2 – 3 hepsini bitirdim. Cake Mania’da rekor kırdım. Tamam dedim bu restoran işi tam bana göre. İşi de öğrenmişim. Tek eksiğim bir işletme kurmak

Ve Bizce’yi açtık.

Yeni bir oyun bulmuşum, Ranch Rush. Oyunda sebze ekiyorsun, hayvan besliyorsun, satıyorsun. Yani bir nevi çiftlik işletiyorsun. Sabahlara kadar oynuyorum oyunu bitirmek için. Oyun bitince başka bir çiftlik oyununa sardırmışım, Farm Frenzy. Gene böyle sabahlıyorum, Murat uykulu gözlerle bana baktı bir gece. “Ne oynuyorsun?” dedi. “Bir tür çiftlik oyunu” dedim. Gözleri büyüdü, “Yok artık Bilgen, bir de çiftlik kurmana izin vermicem” dedi.

Kendisine epey kızdım. Ne yani altı üstü bir oyun oynuyorum, gidip çiftlik kuracak halim yok ya.

Geçen gün eskiden hayvancılık yapmış bir arkadaşa, hayvancılıkla ilgili sorular soruyordum ki, birden durdum. Aklıma Murat’ın lafı geldi. Soru sormaya başlamışsam aklımda projeleniyor demektir. Yakında “Hanımın Çiftliği” ni açtım dersem sakın şaşırmayın.

Bilgen,benbilekendimdenveyapabileceklerimdenkorkuyorum

26 Ekim 2009 Pazartesi

Büyük Temizlik

Bir bayanın üzgün, kızgın, kırgın, depresif yani normal duygular içinde olmadığını anlamanın birçok yolu vardır. (Zaten siz bu yollardan anlamıyorsanız da o size kesinlikle anlatır)

Bu yollardan ilki saçlardaki ani ve büyük değişimdir. Abla “kuaföre gidip uçlarında azıcık aldıracağım” diye terk eder olay mahallini. Döndüğünde ise siyah saçlar kısacık kesilip sarı olmuştur, yada güneş gibi parlayan o canım saçlarında kızıl ışıklar dans eder.

İkinci yöntem ise temizlik yapmaktır. Ama öyle elinde toz bezi ile yapılandan değil, dolapların içindeki vidaların yuvalarının bile temizlendiği türden bir temizlik.

Ben normalde biraz deli olduğumdan, her kuaföre gidip manikür yaptıracağım dediğimde bile ya kestiririm saçımı yada boyatırım değişik bir renge. O yüzden ilk seçenek bana pek uymamakta. Yani iki de bir saçımı değiştirdiğimde bana sormayın sorun ne diye.

Ama dün, kızlarla oturuyorduk ve dedim ki, “haydi kalkın bir evi temizleyelim”. Tanıştığımız günden beri benden bu tarz bir cümle duymamış olan, hatta evi temizlemek istediklerini beyan ettiklerinde “amaaan boşverin ya, yapacak daha önemli bir şeyiniz yok mu sizin” diyen benden bu teklif çıkınca, ister istemez Nino “Kim üzdü seni bu kadar caniiim?” dedi.

Velhasıl, fayansların tek tek tellenmesinden tutunda, parkelerin aralarının bile ince bezle silinmesine kadar her yeri pırıl pırıl yaptık. Temizliğin sonlarına geldiğimizde, dizlerimin üzerinde yerleri silerken bir gayret bezi ileri itebiliyordum ama geri çekmeğe gücüm kalmadığından 5 dakika dinleniyordum olduğum yerde.

Ve şimdi, hem kalbim ağrıyor, hem başım ağrıyor, hem kollarım ağrıyor, hem dizlerim ağrıyor.

Peki sorunlar çözüldü mü?

Bilgen,hayır

19 Ekim 2009 Pazartesi

Yok Ya, Ben Mükemmelim

Biraz önce sevgili/eş gibi hayatındaki erkeğin cep telefonunu karıştıran kadınlarla ilgili bir makale okudum.

Hatta makale diyordu ki, “Biliyorum şimdi milyonlarca kadın aynı anda bağırıyorlar:

“Ben kesinlikle sevgilimin cep telefonunu karıştırmam... Hiç öyle küçülmem...” gibi veciz sözler sıralamaktalar”

Evet aslında makaleyi yazan her kimse haklı. Sorsanız hiçbirimiz kurcalamayız.

Şimdi bende yapmam diyeceğim, kimse inanmayacak.

Ama garip bir şekilde yapmıyorum. Sadece cep telefonu da değil bu, günlükleri/mektupları okumam, maillerini karıştırmam, cüzdanına ya da çantasına bakmam. Kısaca kişinin özel hayatını kurcalamam.

Benim ilişki mantığıma göre, zaten bir erkek benim sevgilim ya da kocam olmuşsa, benim diğer yarım olmuş demektir. Diğer yarım olmuş bir insanla ben zaten her şeyi paylaşıyorumdur. O benim gözüme baktı mı anlıyordur sıkıntımı, ya da ben onun elini oynatışından susmam gereken yeri biliyorumdur. Bunların dışında anlatmak istemediği şeyler varsa da onun özelidir, aynı benim özelimin de olabileceği ve karıştırılmasından hoşlanmayacağım gibi.

Bir de yapacak olan adam, başına 24 saat gardiyan koysan yine yapar. Adam niyeti bozmamış olsun yeter ki.

Ayrıca ben çıkacak olan sonuçtan da korkarım. Düşünsene güzel, seviyeli bir ilişkin var. Bir gün şeytan dürtüyor ve cebini karıştırıyorsun. Ateşli bir mesaj görüyorsun. Napacaksın?

Karşısına geçip, kimden bu? desen, adam sen benim telefonumu nasıl karıştırırsın, sana hiç yakıştıramadım, gözümde değerin düştü, sen de diğerleri gibi özgüvensiz bir kadınsın, o bana yapılmış bir şakaydı, bak numarayı arayayım Kerem çıkacak telefona, bakalım o zaman nasıl rezil olacaksın, tarzı laflarla zeytinyağı gibi üste çıkıp seni rezil bile eder. Ya rezil olup ezik yaşayacaksın ya da onurlu bir kadın gibi çekip gideceksin.

Ya da abiye hiç sormadan kurcalamaya başlayacaksın. Sinirlerin bozulacak, her hareketi batacak, eski neşen kalmayacak, sürekli bir takip halinde olacaksın. Böyle yaşanır mı ya, deli misin sen?

Tabi bir de cebi kurcalarsın bir şey çıkmaz. Sevinerek ve gururla arkana yaslanırsın. Sonra şeytan dürter, ya bir şey vardı da sildiyse? Kemirir de kemirir seni. Salak mı bu adam mesajları veya rehberi düzeltmesin. Bir kere seninle birlikte olduğuna göre son derece zeki bir adam. Al bak gördün mü döndün işte başa.

O yüzden özel hayata, özel eşyalara saygılı olacaksın. Karşındaki kişiye, kişinin beyanlarına güveneceksin. Sen kalbini temiz tutacaksın ki abinin bir yanlışı varsa Allah senin karşına çıkarır zaten. Allah’a güven.

Hem bir de kendi açından bak. Sen ister misin, eski sevgilinden gelen mesajı onun görmesini?

Bilgen,eyaşknerdesin

15 Ekim 2009 Perşembe

Biraz Uzun Oldu, Zor Olmasın

Dün üzerinize afiyet yaygın olan grip-nezle karmasından nasibimi aldım ve tıkalı burnum ile evimin yolunu tuttum.

En son yastığa yan baktığımı hatırlıyorum. Güneş ışıl ışıl penceremden bana gülümsüyordu, battaniyem beni bebekler gibi sarmıştı ve uyku beni kollarına almıştı. Gözlerim uykunun bu yumuşak çağrısına dayanamayıp kendini teslim etti.

Uyandığımda hava kararmıştı. Tükenen enerji depolarımın üçte ikisi dolmuştu. Kendimi 15 yaşında hissetmeye başladım yeniden. Yataktan kalktım, biraz dolandım ve sonra eski yöntemleri uygulayarak vücudumdaki toksinleri atmaya karar verdim, yani terleyecektim.

En eski yöntem, bir Giripin içip, üstüne birkaç yorgan atıp kımıldamadan durmaktır. Bu benim gibi kıpırtılı bir insan için kabre girmekle eş değerde. O yüzden hemen es geçtim.

Diğer eski yöntem ise, halı saha maçı yapmaktır. Bu biraz zorlu bir yöntem olmasına rağmen aslında en etkilisidir. Maç sonrası sıcak bir duş yapıp yattığında ertesi sabaha zımba gibi kalkar insan. Ama bu yöntemi de uygulamayalı nerdeyse 10 sene olduğundan, bu da artık benim için geçerli değil.

Bildiğim ve en keyif aldığım yöntemi seçtim. Küveti sıcak su ile doldurdum. Teybe Tanju Okan’ın kasetini (dikkat edin kaset diyorum, yöntem o kadar eski) koydum. Ortamı daha da ısıtsın diye, mumlarımı yakıp banyonun muhtelif yerlerine yerleştirdm ve en sonunda sıcak suya gömüldüm. (şimdi bu yazdıklarımı okurken gözünüzde, kahverengi fayanslarla kaplı kocaman bir banyoda, köpüklü dikdörtgen küvet ve uzun sarı saçlı, nü bir abla canlandı mı? Benim canlandı ama maalesef gerçekler böyle değil J )

Neyse, toksinlerimi attım, terledim ve zımba gibi çıktım duştan. Bütün gün uyumuşum, toksinlerimi atmışım, e doğal olarak uykum kaçtı tabi. Geçtim televizyonun karşısına. “Unutulmaz” isimli dizinin ÖZEL versiyonu vardı, yani ilk bölümünden son bölümüne kadar bir düzenleme yapmışlar. Takıldım kaldım.

Dizide abi aslında büyük kızı seviyor, evlenmek istiyor. Ama o sırada küçük kız kardeş ile tesadüfen tanışıyor ve ona da aşık oluyor. Küçük kız kardeş ile bir hafta sonu kaçamağı da yapıyor ve kızcağız hamile kalıyor. O sırada büyük kız kardeşi de istemeye geliyorlar. Amanııın sormayın yani. Neyse velhasıl, abi küçük kız kardeşe aşık, büyüğünü istemiyor, ama küçük kız kardeş ablam üzülmesin diye aradan çekilmeye çalışıyor. O sırada ona deli gibi aşık başka biri var, onunla evleniyor. Çocuk o kadar aşık ki kızı bebeği ile kabul ediyor, hiç kızın yüzüne vurmuyor, aşağılamıyor falan falan falan. Mükemmel bir tutkulu aşık, puff.

“Bayram değil seyran değil, eniştem beni neden öptü” veya “baldız baldan tatlıdır” gibi atasözleri göz önüne alındığında aynı adamın iki kardeşe aşık olma durumunu anlayabilirim,ki anlamakta zorlanıyorum, deli gibi sevip kızı her şeyi ile kabul eden adamı anlayamıyorum.

Gerçekten böyle adamlar var mı? Onu sevmemenize, birde başka adamdan hamile olmanıza rağmen, sizinle evlenecek ve size prensesmişsiniz gibi davranacak? Siz hiç birini bu kadar sevdiniz mi ya da hiç biri sizi bu kadar sevdi mi?

Neyse yormayım kendimi bu kadar ne de olsa hâlâ gribim.

Bilgen,hapşuuu

9 Ekim 2009 Cuma

Lapa Lapa...

Artık kar yağsın istiyorum.

Lapa lapa…

Her yer bembeyaz olsa…

Hiç içimden evden çıkmak gelmese. Üstümde pijamalarım, elimde koca bir fincan çay ile bir o odaya bir bu odaya gitsem. Yapacak bir şey de bulamasam evde aslında, sıkılsam. Ama içimden hiç de dışarı çıkmak gelmese.

Biraz camdan dışarıdaki beyazlığı seyretsem kalorifere dayanarak. Kendimi küçük bir kedi gibi yalnız hissetsem. Bir dostu veya sevgiliyi arasam. Mıkırdansam telefonda, biraz da kıkırdasam. “Gel” deseler, yok hiç dışarı çıkma modunda olmasam.

Biraz evi toplayım desem, mesela kütüphaneyi veya cdleri. Canım onu da istemese. Uzun uzun baksam kitaplara. İçimden okumak bile gelmese.

Biraz da cdlerle oyalansam. Bir tanesini seçip, oynatıcıya koysam. Fragmanları gösterirken, bir bardak daha çay alsam (döksem). Gözüm dün yaptığım keke ilişse, bir dilimde kek alsam.

Kekim ve çayımla köşeme yerleşsem, yastıklarıma gömülsem, ara ara camdan dışarıya gözüm kayarak, filmimi izlesem.

Bir şeyler eksik gibi gelse bana. Bir şey eksik…

Hiç içimden evden çıkmak gelmese…

Dışarıda kar yağsa…

Lapa lapa…

Kapı çalsa…

Eksik tamamlansa…

Bilgen,kışıözledim

6 Ekim 2009 Salı

Hadee Patlıcanaaa Gelll

Kimi zaman insanın canı kızartma çeker. Şölleee koca bir tabak domates soslu kızartma. Hııım, patlıcan, kabak, biber. Ekmekten koca bir parça koparıp önce domates sosuna bandıracaksın. Ekmek domatesin suyunu iyice emecek. Ekmeği ağzına atıp iki kere bile çevirmeden hemen bir tane patlıcan atacaksın ağzına. Sonra peygamber hesabı 41 kere çiğneyeyim diyeceksin ama beşinci çiğnemende ağzında kaybolacak zaten.

Hııım ya da tarhana çorbası olacak şööllleee bol domates ile yoğrulmuş. Et suyuna yapılmış. İlk kaşığı biraz üfleyip ağzına atacaksın ve o geleneksel tarhananın et suyu ile karışmış tadı boğazından geçecek. Sıcaklık yayılacak vücuduna. Ohhh iyi ki kış geldi diyeceksin. Miss gibi tarhanayı içtik de içimiz yumuşadı.

Ama bu bahsettiklerim hep zahmetli işler. Mesela tarhanayı yazdan yoğuracaksın, kurutacaksın, ufalayacaksın. Bez torbalara koyup saklayacaksın.

Kızartma da ise sıkıntı daha büyük. Ev leş gibi kokar, sen leş gibi kokarsın. Kokudan doyarsın, masaya koyunca canın yemek istemez.

Ama Binnur hiç üşenmemiş, kilolarca tarhana yoğurmuş, kurutmuş, ufalamış. Kilolarca sebzeyi yıkamış, ayıklamış, kızartmış, soslamış, pırıl pırıl kavanozlara koymuş, yemeğe hazır hale getirmiş. Evi temiz, eli temiz, mutfağı temiz, kalbi temiz bir insan. Yani gönül rahatlığı ile yemeğini yiyebiliriz. En güzel kısmı ise çalışkan. Kocası asgari ücretle çalışıyor ve zor geçiniyorlar biliyorum. Ama bir gün olsun şikayet etmiyor. O da neyi güzel yapabiliyorsa yapıyor ve satmaya çalışıyor.

İşte bu sebeple, hem gençlere katkımız olsun hem de canımız çekti derseniz, Binnur’dan tarhana, kiloluk hazırlanmış domates soslu karışık ızgara, değişik baharatlı domates sosları, ev yapımı reçeller alabilirsiniz.

Eee ne demişler, ne verirsen elinle o gelir seninle.

Bilgen,bugünçokgüzel

5 Ekim 2009 Pazartesi

Hayallerim Yıkıldı

Bu hafta sonu Sindirella Özel Versiyonu seyrettim.

Bu versiyonda, Sindirella ile Prens evli ve çok mutlu. Üvey annesi Peri’nin sihirli sopasını bulur ve zamanı geriye çevirip, ilk balonun yapıldığı geceye getirir. Büyü yaparak kendi kızına aşık eder. İyi kalpli Peri ve Sindirella da gerçek aşkın tüm büyülerden daha güçlü olduğunu düşünüp Prens’i yeniden tavlamaya çalışırlar. En sonunda Sindirella’yı gören prensin gözlerindeki büyü bozulur ve yeniden kavuşurlar.

Buraya kadar her şey çok güzel. Ama ben yıkıldım tabi.

Biz yıllarca bu salak prensin ayakkabıyı giydirmeden sevdiği kızı tanıyamadığını düşünerek, hayatımızdaki erkeklerin aptallıklarına tahammül ettik. Düşünsene, koca prens gerçek aşkını ayakkabıyı giydirmeden tanıyamıyor da, bizim ki bize bir gül almamış veya sürpriz yapmamış veya öküzlük yapmış çok mu?

Mesela Pamuk Prenses’in Prens’i daha kusursuzdur. Adam doğru zamanda doğru yerde olan, mükemmel erkekken, Sindirella’nınki hataları, aptallıları olan bir prensti ve biz kadınların kendi hayatlarındaki adama sabretme sebebiydi. Ama şimdi O da kusursuz çıktı. Aşkı uğruna büyüyü kırdı. Ah Walt Disney ah, yapmayacaktın bize bunu. Ne istedin bizim saf, temiz kadınsı duygularımızdan?

Olmazsa ben Elif’e artık Sindirella’ydı, Pamuk Prenses’ti yerine Keloğlan’ı mı seyrettirsem?

Bilgen,yıkıldım

1 Ekim 2009 Perşembe

Dostum Dostum

Sanal alemin rüzgarlı havalarında sörf yapmaya başladığımızdan beri birçok değişik bilgi, fıkra, özlü söz, yaşam biçimi, ev dekorasyonu, nefis karavanlar, lüks arabalar gibi görmediğimiz şeyleri görür olduk.

Yapı olarak kendimizi aşmamız, kişiliğimizi olgunlaştırmamız, içimizdeki “ben”i tanımamız gerektiğini savunan ve bu yolda da yürüyen bir insan olarak, gelen özlü sözler veya bu tarz insanı etkileyecek öğütleri dikkatle okurum.

Dün de gene böyle bir mail gelmiş. Adı da ne bileyim “unutmamanız gereken 25 kural” gibi bir şeydi.

Sekizinci kuralda mıydım neydim, “Sevgilin için dostlarını satma.” Mesaj geldi telefonuma. “Hafta sonunu iptal edelim mi, lütfeeenn”

Bir sekizinci kurala baktım. Bir mesaja baktım.

Ne demek sevgilin için dostunu satma. Allah Allah, dost dediğin ne işe yarar o zaman?

Dost dediğin zor zamanında yanında olan, sevgilin için sana ortam hazırlayan, sevgilin gittiği zaman boşlukları dolduran, ayrıldığınız zaman ise omzunda ağlayabileceğin kişidir.

Hee, dostun zor durumdadır, o zaman iki elin kanda olsa yanında olacaksın. O zaman geldiğinde bırak sevgiliyi insanın anasını babasını gözü görmez. Ama diğer zamanlar, siz plan yapmışsınız, o sıra ikinizden birinin sevgilisi demiş ki, “kızları sat da kaçalım bir yerlere, çok özledim seni”. Benim dostum bu cümleden sonra beni satıp gitmezse eğer benim dostum değildir, ona verdiğim emekler de haramdır.

Bakalım bu hafta sonu kim kiminle olabilecek?!!!

Herkese hayırlı cumalar, keyifli hafta sonları.

Bilgen,bisevgilimolsuntümdostlarımısatıcam

28 Eylül 2009 Pazartesi

Artık İkimiz de Özgürüz

Evlilik kurumunun toplumun ve tek tanrılı dinlerin toplumu himaye altında tutabilmeleri için çıkardıkları bir dayatma olarak görmüşümdr hep.

İki insanın birbirini sevmesidir aslında her şeyin temeli ve bu temel sarsıldığında resmi makamlar kimi eşin olarak gösterirse göstersin, asıl eşin kalbindekidir, diye düşünmeme rağmen, evli insanların evliliklerini sürdürme çabalarına saygı duyarım. Bu saygı çerçevesnde de evli insanların eşlerini aldatmalarına veya evli insanlarla ilişkiye girilmesine de sonuna kadar karşıyımdır.

İşte bu sebeple onu hep uzak tuttum kendimden. Hatta “Babil”i izlemeye gitmedim, ümitlenmesin diye. Evliliği ile ilgili sıkıntıda olduğunu duyduğumda için için sevindim ki, ben kimsenin yuvası yıkılsın istemem.

Evi terk etmiş, haberi geldi. 40 gündür eve gitmiyormuş.

Ahhh Ancelinacım ahh, demek sadece güzel, zeki, yetenekli ve zengin olmak yetmiyormuş adamı elinde tutmak için. Yine de sana ve çocuklarınıza olan saygımdan tamamen boşanana kadar hiçbir şey yapmayacağım.

Ama sende anla ki bizim, Brad’le baş harflerimiz bir, kaderimiz bir, bahtımız bir.

Allah sevenleri ayırmasın.

Bilgen,aynaynasölebanaancelinamıbenmi

15 Eylül 2009 Salı

Paha Biçilemezler

Hani master cardın reklamları var ya,
“atkı şu para, ilaç bu para, dostların ilgisi paha biçilemez” filan diye.

Buyurun bu da benden;

Sabah çocukları uyandırmak, yarım saat
Çocukları giydirmeye çalışmak, yarım saat
Merdivenlerden indirmek, 45 dakika
Arabada sakin oturmaları, 5 dakika
Çocukların ağlamalarından dolayı işitme kaybı yaşamaya başlama, 25. dakikadan itibaren
Arabadan indirme, 5 dakika
Eve dönüşte merdivenleri çıkma, 1 saat
Ayakkabıları çıkarma, yarım saat
Bir kase çorbayı dökmeden içme, imkansız
Tabaktakinin yarısını yerlere dökerek de olsa yemek yeme, 1 saat
Yemek sonrası banyo keyfi, 45 dakika
Banyodan çıkmamak için anneye direnme, 25 dakika
Banyodan çıktım diye bağıra bağıra ağlama, 45 dakika
Yatmadan izlenecek çizgi film adedi, 1
Çizgi filimden sonra uyumamak için direnmek, 1 saat
Uykuya dalamadan önce “annecim seni çok seviyorum” cümlesini duymak, PAHA BİÇİLEMEZ.

Bilgen,çocukdayaparımkariyerde

13 Eylül 2009 Pazar

Yalan Dünya

Onunla ilk karşılaştığımda dedim ki, hem güzellik hem zekâ nasıl aynı insanda olur. O ise içimdeki bu fesatlaşmalardan habersiz, yüzünde benimle tanışmanın verdiği mutluluk ile, kendi elleri ile yaptığı biber dolmasından yemem için ısrar ediyordu. (Hem güzel, hem akıllı, hem becerikli. Çatlıcam yaaaa)

Daha 20 yaşında bile değil. Kimya mühendisi çıkacak 2 sene sonra.

Geçen sene tanıştık kendisiyle. Ailesi aynı anda 2 çocuğunu üniversitede okutamadığından onun kaydını donduracaklardı. Ben ve çevremdeki birkaç arkadaş sahip çıktık kıza ve harcını, yurt parasını yatırdık.

- Sizin hakkınızı nasıl ödeyeceğim, dedi bir gün telefonda
- Ancak okul birincisi olursan hakkımızı helal ederiz, dedim gülerek.

Ciddiye almış beni. Okul birincisi olmuş. Elinde bir de “Onur Belgesi” ile çıktı geldi. “Hakkınızı helal edin Bilgen Abla” dedi. (Bir de “abla” demiyor mu, çoook sinir oluyorum)

Bu sene burs da almış ancak burs harç parasını ikinci dönemde karşılayacakmış. Çok üzüldü bu dönem de yük olacağı için bana. Dedim “Üzülme, dostlarımız var. İdare ederiz seni bu dönemde”

Burada bahsettiğim DOSTLARIMIZ da siz oluyorsunuz. Haydi mübarek günde atalım 3-5-20-50-100, Allah ne verdiyse, okutalım boncuk gözlüyü.

İşte dünyanın adaleti bu. Kimisi çocuğu okusun diye milyarlar döker çocuk okumaz, kimisi de okul birincisi olur ama okumaya para yoktur.

Hayırla başlayan, hayırlarla dolu hafta dileklerimle,
Bilgen, hemmükemmelhembirmelek

Not: Cumaya kadar paraları bekliyorum.
Hesap no, 24587052 Yapı Kredi Ford Otosan Şb Bilgen Uçar

8 Eylül 2009 Salı

Uyan Ey Gözleriimm

Sabah Ahmet Efendi’nin anne ağlaması ile tek gözümü açtım. Kalın perdelerin arasından bana gülümsemeyen güneş diyordu ki “Yat,uyu. Bugün ağır bir gün”

Ah dedim keşke üniversitede olsaydım. Yatakta biraz gerinirdim ve böyle puslu bir havada okula gidilmeyeceği için, uyumaya devam ederdim.

Öğlene doğru kalkardım kesin. Elimde battaniyem ile salona doğru yürürken mutfağa uğrar kendime bir sandviç yapardım. Salondaki çekyata gömülür, battaniyemi üstüme çeker, boş bakışlarla televizyona bakardım.

Ah, belki de bir Türk filmi denk gelirdi. Türkan Şoray – Ediz hun. Hıım bayılırım bu ikiliye. O zaman koca bir fincan Türk kahvesi, yanında Ülker kare çikolata, sıcacık battaniyem üstümde, kedi gibi mırıl mırıl geçirirdim günü.

Akşam olduğunda ise, üzerimde bir yorgunluk hali, sanki taş taşıdım bütün gün, derdim telefondaki anneme ve havalardan bu halsizlikler diye konuşmayı bitirir, günü uyuyarak geçirmemişim gibi uyumaya devam ederdim yatağımda.

Ahhh keşke üniversitede olsaydım.

Bilgen,karpuzyatayata

Amiin

İftar sofrası hazırlandı büyük bir telaşla.

Ezan okunduğunda biz altı bayan sofranın başındaydık. Ben duamı yaptım, beni dinlediler. “Amin” dedim ve hep beraber yemeğe başladık.

Oysa tek oruçlu bendim. Tek Müslüman bendim. Tek Türkçe konuşabilen bendim.

Biz altı kadındık.

Farklı inançlara, farklı ırklara, farklı görüşlere saygısı olan.

Ben ramazanı anlatmaya çalıştım, onlar da kendi oruçlarını. Sonra fark ettik ki hepimizin bayramları ortak.

İnsan olmak ne güzel şey.

Teşekkürler Allah’ım.

Bilgen,uyumakistiyorum

4 Eylül 2009 Cuma

Yapamayacağıımmm

Ekrana bakıyorum, bakıyorum, bakıyorum.

Aklımda, ruhumda, kalbimde yazacak çok şey var ama bir türlü dökemiyorum satırlara. Allah Allah nazar mı oldum ki ellerim klavyede dans etmiyor? Yoksa oruçtan mı?

Yok olmayacak, yapamıyorum.

Sizi de oyalamayayım J

Cumanız mübarek olsun.

Bilgen,kaçtımkaçtımdurdumkendimedeğilhepkendimden

28 Ağustos 2009 Cuma

Su Gibi Aktı Geçti

Eee Mübareğin bir haftası bitti bile.

Herkes yavaş yavaş alıştı.

Hatta insanlar “Ramazandan sonra şunu yapalım” ya da “Ramazandan sonra buraya gidelim” diye planlar yapmaya başladı bile.

Bizde toplanan son paralar ile bu hafta son kolilerimizi de aldık ve Allah nasip ederse haftaya son dağıtımlarımızı da yapacağız.

Son hesaplarıma göre 85 koliyi aştık. Elimizden geldiğince yerlerine bizzat ulaştırmaya çalıştık. Allah hepimize gani gani sevap yazsın inşallah. Ama bu arada bi konuda hakkınızın helalini isteyeceğim, çünkü yardım yaptığımız aileler küçük hediyeler veriyorlar. Mesela domates sosu yapmış, mesela reçel kaynatmış, yufka açmış. Sen daha koliyi indirene kadar küçük de olsa hemen bi poşete koyup veriyorlar. Ben hepimizin adına alıyorum ve hepimizin adına yiyorum, aman ne olur hakkınızı helal edin.

O zaman, satırlarımı selamlarımla sonlandırır, cumanız mübarek olsun derim.

Bilgen,bugünhiçilhamgelmedi

27 Ağustos 2009 Perşembe

İtirazın Varsa Çık Dışarı

Biz kadınlar ne olursak olalım, illa bir erkeğin himayesinde olmak zorundayız değil mi?

Eskiden babamın kütüğünde ve babamın soyadındaydım.

Sonra evlendim.

Hiç bilmediğim bir ailenin kütüğüne geçtim sırf birini sevdim diye. Uzun bir dönem ise bir türlü adımla birlikte söyleyemediğim bir soyadım oldu.

Bir gurup insan beni Aslan olarak bildi. Bir türlü Uçar’ı söyleyemediler. Bir gurup insan ise beni Uçar olarak bildi ve Aslan’ı söyleyemediler.

Şimdi yeniden Aslan’ım. Yine kütüğümü yine soyadım değişti. Evlenirken yaptığım bir sürü resmi işlemi yeniden yapmam gerekiyor. Bankalara, nüfusa, kafenin kapanışını yaptığım için elektrik, su, doğalgaz idaresine boşandığımı ispatlamam gerekiyor.

Ben birçok erkekten daha sağlam bir insanken, birçok erkekten çok daha fazla şu dünyada işe yararken, sırf ayakta işeyemiyorum ve vidaları iyice sıkamıyorum diye, bir başkasının himayesinden bir diğerine geçiyorum. Tüm resmi eziyetleri çekiyorum.

Neden biz kadınlar kendi soylarında kalamıyor anlamıyorum? Neden bize ait bir kimlik, bir oluşum yok. Mecbur muyum ben illa bir erkek ile anılmaya? Ben kendi başıma da bir bireyim, her şeyi bırak insanım. Neden illa birilerinin kızı yada karısı olarak anılmak zorundayım? (Babacım seni çok seviyorum. Bu seninle ilgili bir konu değil, daha çok evrensel. İyi ki senin kızın olmuşum.)

Yemin ediyorum bütün feminist damarlarım kabardı bugün.

Bilgen,hadilililililiyar

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Huuuu Prens Nerdesiiiinn

Bu sene sahurda Allah biliyor ya hiç dini sohbetler istemiyor canım. O yüzden bir yandan sağlıklı sahur yemeğimi yerken, bir yandan da film filan bulmaya çalışıyorum.

Geçen akşam işte böyle zapinglerken Orhan Gencebay-Gülşen Bubikoğlu ikilisinin unutulmaz filmi “Leyle ile Mecnun”a rastladım.

Bunlar daha çok küçükken bir derviş geliyor ve onların sevgisinin saf sevgi olduğunu söylüyor. Onlar adına bir hurma ağacı dikiyor. “Sevginiz büyüdükçe bu ağaç da büyüyecek, yeşerecek” diyor.

Onlar büyüyor, ağaç büyüyor. Hatta kızın kötü babası ağacı kestiriyor ama onların sevgisi çok büyük olduğu için ağaç yeniden diriliyor.

Düşünüyorum da, biz neden böyle büyük aşklar yaşayamıyoruz? Neden bizi bu kadar tamamlayacak birileri yok? İlk aylar herkes Leyla İle Mecnun’ken, neden zaman ilerledikçe Ayşe ile Ahmet oluyorlar? Neden ilişkiler sıradanlaşıyor, aşk, heyecan ve hatta sevgi ölüyor?

Madem gerçek hayatta bu tarz ilişkiler yok, neden bize hep bu masalları anlatıp, boş yere hayal kurmamızı sağlıyorlar? 5 yaşından beri beyaz atlı prensi bekleyip, 30 yaşınıza geldiğinizde böyle birinin olmadığını kabul etmek kolay mı sanıyorsunuz?

Ya da

Aslında bunların hepsi vardır.

Sadece ilişki başladığında hurma ağacı ekmiyoruzdur. Ağacı ekmediğimiz için doğal olarak sevgiye güç verecek kaynak kalmıyor.

Evet evet, beyaz atlı prens yalan değil. Sorun ağaç ekmiyor olmamız.

Bilgen,şapşalprenses

21 Ağustos 2009 Cuma

RECEP, ŞABAN, RAMAZANNN

Ramazanın ilk günlerinde bizim caddeyi çok seviyorum.

Belki de İzmit’in en işlek caddesi olmasına rağmen, ramazanın ilk günü hele mesai zamanının ilk saatlerinde huzurlu bir sessizlik kaplıyor caddeyi. Trafik çok sakin, dükkan sahiplerinin çoğu daha gelmemiş, gelen de gayet boş gözlerle bakıyor etrafa yani kısaca herkes de bir dinginlik mevcut.

Ama biliyorum ki öğlene doğru her şey eski halini alacak. Trafik karışacak, esnaf çalışmaya başlayacak, bankacılar oflayacak. Hele akşamüstüne doğru ise erkek milletinde bir sinir başlayacak. Sanki oruç dediğin nefsini terbiye, sabrı öğrenme değilmiş gibi çatacak, kalp kıracak yer arayacaklar.

Ben o yüzden ramazanın ortalarına kadar gündüz vakti erkeklerle pek muhatap olmam. Mümkün olduğunca uzak dururum, iş yapmam, sohbet etmem. Yapılacak iş varsa da ramazanın 15 den sonraya uzatmaya bakarım. Çünkü erkek vücudu ancak 15 gün sonra kendine geliyor, açlığa alışıyor, sabretmeyi öğreniyor.

Neyse daha ilk günden feministliğim tutup da sataşmayım erkeklere.

Hepimize hayırlı ramazanlar, keyifli iftarlar, tok tutucu sahurlar…

Bilgen,susadım

20 Ağustos 2009 Perşembe

Ayrılık da Sevdaya Dahil

Karşımda hüzünlü gözlerle bana bakıyordu.

“Hani kızgın yağ elinize sıçrar da eliniz yanar, canınız acır ya Bilgen Hanım, kalbimin acısının yanında o acı ne ki” dedi.

“Madem seviyorsun, madem bu kadar kalbin acıyor, o zaman neden ayrıldın?” dedim.

Bilirim ki en zorudur severken ayrılmak.

Kendi doğruların vardır ve doğruların için tırnaktan eti koparırsın. Başın diktir ama kalbin bin parça. Seni sen yapan değerleri yitirdiğin gün ölürsün asıl ama bu ölümden de beterdir. Çünkü ölmezsin, ölemezsin.

Tek istediğin birilerinin seni uyuşturması ve bu acı bittiğinde yeniden ayıltmasıdır.

Ama kimse seni uyuşturamaz. Dimdik ayakta durman gerekir. Sabahları uyanmalı, günlük işlerini yapmalı, işe gitmeli, eşine dostuna vakit ayırmalı ve akşam olduğunda yeniden uyumalısın.

Tezgâhın üzerinde onun için aldığın kahvenin kutusunu görürsün ya da kullandığı havluyu. Birden ellin ayağın boşalır. Elin telefona gider, “yok ben sensiz yaşayamayacağım” demek istersin; arayamazsın. İçin acır. Gözyaşlarına hakim olamazsın. Yastığının altında hâlâ t-shirtü duruyordur ve sen hâlâ o t-shirte sarılarak uyuyorsundur. Gözyaşların t-shirtü ıslatır. “Sen doğru olanı yaptın” der beynin kalbine. “Zaten seni seviyorsa, doğrularına değer verecektir. Kendine olan saygını kaybetmeni o da istemeyecektir ve eğer seni gerçekten seviyorsa bir gün çıkacaktır karşına. Elini uzatacaktır sana ve bir daha hiç bırakmayacaksındır o eli.”

Ama çok için acır be kardeşim, çok için acır.

Diyemedim tabi ki. Yılların bana öğrettiği ve benim de sonuna kadar inandığım cümleyi söyledim;

“Eğer kısmetin oysa Şam’da bile olsa kavuşursunuz, ama zaten kısmetin değilse zincirlerle bağlansanız bile ayrılırsınız. Allah hayırlı olanı versin, doğru yoldan ayırmasın”

Bilgen,pamukprenses

17 Ağustos 2009 Pazartesi

17

Bugün Mete Amca geldi.

Onu en son gördüğümde, İzmit’te lapa lapa kar yağıyrdu. Kaldırımlar, şehir içinden geçen tren yolu, evlerin çatıları, ağaçların dalları bembeyazdı.

Sırtımda temiz çamaşırlarımın olduğu sırt çantam, başımda berem, ellerimde gri eldivenlerim, üzerinde tüm üniversite hayatımı birlikte geçirdiğim o zamanın modası olan panço bir kaban ve ayaklarımda CAT botlar. Yolculuk İstanbul’a. Yaş 17.

Mete Amca, İzmit Tren Garı’nın müdürü idi. Tam garın ortasında kocaman bir odası vardı. Odasının yerleri ağaç kaplıydı. Odanın ortasında demir bir soba dururdu ve o soba odaya girer girmez insanın içini ısıtırdı. Devlet Malzeme Ofisinden alınmış demir kocaman bir masası, masansın arkasında duvarda asılı deri sumen, sumenin üstünde Atatürk’ün resmi ve eski yaylı misafir koltukları vardı. En sevdiğim şey ise, tren gelinceye kadar onun odasında oturmaktı. O yaylı koltuklara hızlı bir şekilde oturur, yayların beni birkaç kez sallamasına izin verirdim.

Ara sıra masanın üzerinde duran kırmızı çevirmeli telefon çalardı. Mete Amca telefon ile konuşurken elinde tuttuğu bir ucu mavi, diğer ucu kırmızı kurşun kalemle onardı.

Bugün bana baktı ve “Bana hâlâ talebeymişsin gibi geliyor” dedi.

Sanki yüzyıl geçti üzerinden.

Mete Amca emekli oldu.

Tren garı ise restoran.

Artık lapa lapa kar da yağmıyor.

Ama ben kendimi hâlâ 17 hissediyorum.

Bilgen,yuhyaniiiii

Not: Ramazan yardımı için para gönderenlere çoooook teşekkür. Biz sizlerle varız J
Hâlâ elini cebine atamamış pamuk elliler, hesap no aşağıdadır.

Bilgen Uçar, Yapıkredi Ford Otosan Şb. 24587052

13 Ağustos 2009 Perşembe

BUGÜN NE YESEM???

Kışın kaloriferin önüne oturur, sırtımı doğalgaz sıcağına yaslar, sayesinde edindiğim dostlarımla uzun kış sohbetleri yapardık.

İçeriden mis gibi yemek kokusu ve tabak tıkırtısı gelirdi.

Kimi zaman kendimi kasada oturan şişko kebapçılar gibi hissetsem de, aslında bakıldığında çok kısa da sürse, ben çok keyif aldım.

Gün geldi başımı soğuk camına yaslayıp ağladım, kimi zaman müziği sonuna kadar açıp dans ettim gizliden alkol sokup dostlarla uzun masalarda şenlendik, kız dedikoduları yaptık, güzel insanlarla tanıştık, yeni dostlar edindik, yemek yaptık, bulaşık yıkadık, baklava açtık, saatlerce masada oturup hesap kitap yaptık.

Ama her şeyin bir bitişi olduğu gibi, “Bizce”nin de bitme vakti geldi.

14 Ağustos Cuma son günümüz.

Uğurlar olsun…

Bilgen,dayanabilirim

11 Ağustos 2009 Salı

KUTU KUTU PENSEE

Yengemler yufkaları yapmışlar, Şükolar da ev makarnalarını kesmişler bugün. Tarhanalar zaten önceden hazırlanmıştı ramazan için.

Ramazan geliyor diye içim kıpır kıpır zaten. Rahat batıyor ya bana, illa bir iş çıkarmalıyım kendime, koşturmalıyım, yardım etmeliyim, milletin derdini dert edinmeliyim.

Ramazan yardımı için çıkıp fiyat araştırması yapsam mı, etrafa haber salsam mı kimler sıkıntıda bu sene yoksa daha erken mi diye düşünürken, benden rahatsız olmasın sevgili arkadaşım Nilay aradı, “ee hadi bişey yapmıyor muyuz, ne kaldı ramazana” diye.

Bu sene diğer beş seneden farklı olarak, paketlerimizi kendimiz oluşturduk. Geçen yıllarda marketlerden aldıklarımızı veriyorduk bildiğiniz gibi. Ama özellikle geçen sene, içerik çok yetersizdi ve bazı ailelere ikişer paket dağıtmak zorunda kaldık.

İstedik ki bu sene, adam gibi olsun, verdiğimiz ailede gözümüz arkada kalmasın, başka paketlere de ihtiyaç duymasın ve naçizane kadın başımıza bir erzak listesi yaptık.

Paket fiyatımız, 24 TL.

Geçen seneden bilenler bilir, bilmeyenler için tekrarlıyorum.

Amaç yardım yapmak. Çevremizdekilere el uzatmak. Bu tarz şeyler yardım olmadan destek olmadan olmuyor maalesef. Desteklerinizi para olarak verebilirsiniz, kendi kutunuzu oluşturursunuz onu dağıtabiliriz, yardıma ihtiyacı olan çevrenizdeki insanları bildirebilirsiniz, bizi hiç karıştırmazsınız kendiniz alır kendiniz verirsiniz. Yeter ki bir yardım hareketi olsun. Ramazanın ruhuna yaraşır bir dayanışma olsun. Bir kutuya paran yetmez yettiği kadarını verirsin, belki elinin altında 10 fakir aile vardır da onların isimlerini verirsin. Ama hadi bir şeyler yapalım. Biraz kımıldayalım.

Sıkıntıdayız, para yok diyoruz. Para yok, yeni araba almak veya dışarıda yemek yemek için para yok; oysa birçok insanın ekmek almak için parası yok. Yani gerçekten sıkıntıdalar…

Allah hiçbirimizi dara düşürmesin, ele muhtaç etmesin, yardım gelecek mi diye kapılardan baktırmasın.

Kolide neler olduğu, benim ve Nilaycığımın hesap numaraları aşağıda yazılı.

Haydiiii pamuk eller cebeeeee

Bilgen,yardımmeleğimisinmübarek

Bilgen Uçar, Yapı Kredi Ford Otosan Şb hesap no: 24587052 (zaten hepinizde var J )
Nilay Akçelik Yapı Kredi Ford Otosan Şb hesap no: 21650187

Koli:
Pirinç 1kg
K.mercimek 1kg
Nohut 900gr.
Yeşil Mercimek 900gr
Bulgur 900gr.
Of Çay 0,5kg
Olin Yağ 2lt
Filiz Makarna 1 paket
Söke Un 2 kg
Toz şeker 1kg

7 Ağustos 2009 Cuma

LÜLAPARK

Geçen akşam, aklıma esti biraderle birlikte bebeleri alıp lunaparka götürdük.

Lunaparklar hiç değişmemiş.

Pamuk helvacı, baloncu, çekirdekçi, çarpışan arabalar, saçları jöleleri 19-25 yaş arası kendilerince çok şık giyinen erkekler, 15-20 yaş arası çarpıcı renklerde giyinip sürekli kıkırdayan kızlar, bütün sülaleyi alıp getirmiş olan ve kaynananın dırdırından bıkıp arkadan arkadan yürüyen aile reisleri, kırk yılda bir dışarı çıkmanın keyfini çıkarmaya çalışan ve göz ucuyla da acaba daha ne istesem yapar diye habire kocasını kesen ablalar, çocuklar eğlensin diye getirdik havasında olup dünyada onun çocuğundan başka bir şey yokmuş gibi davranan ebeveynler, çarpışan arabalarda kestikleri kıza çarpan lavuklar ve o lavukları dövecek olan kızın abisi/babası.

Ne de olsa içimdeki çocuk hâlâ ölmediğinden ve adrenalin patlamalarını pek bir sevdiğimden, ben de lunaparktaki oyuncaklara binmek ve çığlık çığlığa bağırmak istedim. Hele bir tanesi vardı ki, ters döndürüyor, çeviriyor, ayyy süper yani.

Jetonu aldım, oyuncağın pistine çıktım. Koltuğuna oturdum. Hayır oturamadım. Denedim. Olmadı. Koltuğa sığmadım.

Geldiğim gibi yine, mağrur adımlarla mekânı terk ettim. Başım dik, alnım açık, kilom yerinde.

Anladım ki o gece uzun vadeli hedefler yerine kendime kısa vadeli zayıflama hedefleri koymalıyım. Önümdeki ilk hedef o oyuncağın koltuğuna oturmak.

Hayırlı cumalar,
Bilgen,buişburadabitmez

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Yeniden...

Kitap okumak iyidir. Faydalıdır. Eğiticidir ve uzmanlar tarafından desteklenir.

Ama kitap dediğinde çeşit çeşittir.

Kimi kitap vardır ki, tam sana göredir. Elinden bırakamazsın. Hem biran evvel bitsin dersin hem de bitecek diye ödün kopar. Elinde bu tarz bir kitap varken, herkese kitap okumanın ne kadar keyifli olduğunu anlatırsın.

Kimi kitap da vardır ki, kendi özünde kusursuzdur ama sana hitap etmez. Bir türlü dolanamazsın satırların arasında, kelimeler bitmek bilmez, bilgi boğar, kahramanlar sıkar. Hiç okuyasın gelmez. Ama birileri sana kitap okumanın ne kadar güzel olduğunu anlattığı için ısrarla okumaya çalışırsın. Bir müddet kendini suçlarsın keyif alamadığın için. Herkes bu kadar keyif alırken senin kültür seviyen mi kitap okumaya uygun değil diye düşünürsün. Denersin denersin. Denedikçe sıkılırsın, yorulursun, mutlusuzlaşırsın. Okumak gibi keyifli bir eylem zorunluluğa dönüşür. Elinde kitabınla gezer durursun, ama okumazsın. Kitabın var mı; var işte elimde.

Sonra fark edersin ki, kitap okumak güzel ama seçtiğin kitap yanlış. Hitap ettiği kitle için çok güzel olan kitabı, bırakmaya karar verirsin.

Ya belli bir süre kitap okumak istemezsin

Ya da sana hitap eden başka bir kitabı seçersin.

Evet işte evlilikte böyle.

Allah herkese okudukça keyif alacağı kitap nasip etsin. (Amin)

Bilgen Aslan, yeniden

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Uzanmıştım Kumsala

Gece yarısını geçiyordu yorgunluğumu biraz olsun atıp, bavulun başına çöktüğümde.

Kırmızı bavulla bir müddet bakıştıktan sonra, artık tatilin bitişinin kabullenerek, canını acıtmadan açtım fermuarı.

Kirlileri ayırdım. En dipte havlularım vardı. Havluları çıkardım. Hâlâ deniz, kum ve güneş yağı kokuyordu.

Derin derin kokladım havluları. Gözlerimi kapadım ve kumsalı hayal ettim. Güneşin beni nasıl ısıttığını, fonda çalan “eşarbını yan bağlama” türküsünü, dalgaların sesini, ılık denizi, yamaçtaki o güzel evleri hayal ettim. Gece tenimizi yalayan ılık rüzgârı, denize vuran ışıkların dansına eşlik eden ayın pırıltısını seyrederek yenen akşam yemeklerini, 18 lik gençler gibi bir diskoya gidip de oynayamayışımızı ve nasıl da huzurlu olduğumu hayal ettim.

Havluları makineye attım, makinenin kapağını kapattım ve tüm o hayalleri benden alacak olan deterjan ve yumuşatıcıyı koydum. Makineyi çalıştırdım.

Makine havluları döndürerek yıkadı.

Tatil bitti.

Bilgen,son6gün

21 Temmuz 2009 Salı

Mazeretim Var, Asabiyim Ben

Bize çanta hazırlamayı kim öğretti?

Kim öğretti her şeyi buradan al, eşek kadar olsun bavulun ve onu ite ite taşı ve gittiğin yerde Migros veya Karfur gördüğünde küfret diye. Neden anlamıyor şu zavallı beynim artık küreselleşmiş bir dünyada yaşıyoruz ve her şey aynı fiyata oralarda da var.

Hatta dün gece bavulu hazırlarken “yolluk” bir şeylerde pişirsem mi diye düşündüm.

E be kadın, nerede yiyeceksin yolluğu?

Buradan İstanbul’a giderken 1 saatlik otobüs yolculuğunda mı yoksa bir saat sürecek uçak yolculuğunda mı? Hostes “bir şey alır mısınız” diye sorduğunda, “yok ben dün gece pişirdim” deyip, poğaçalarımı mı çıkaracağım?

Neden aşamıyoruz kardeşim bize öğretilenleri?

İlla annemiz/babamız gibi mi olmalıyız?

Her şeyi bıraktım, yarın uçağa bineceğim dün gece gözümü kırpmadım ya uçağı kaçırırsak diye, ya yetişemezsek? Bu stres neden sevgili Bilgen? Kaçırırsan kaçırırsın, ne var bunda diyorum kendi kendime. Ama gel gör ki uçağı kaçıracağım fikri aklıma geldikçe de tuvaletim geliyor. Takriben bu gece de gözüme uyku girmeyecek, yarın sabahtan itibaren de tuvaletten çıkamayacağım. İnanın şu stresi yaşayacağıma binip kendi arabama 12 saat yol gitmeye razıyım.

Bu kadar söyleniyor ve strese giriyor olmama rağmen aslında tatile çıkmaya çalışıyorum. 2 gün önceden stres başladı. 2 gün anca dinlenirim, son kalan 2 günde de dönüş yolu stresine girerim.

Hem deliyim, hem yorgun.

Bilgen, theaslan

17 Temmuz 2009 Cuma

Özenti İşte...

Çok özeniyorum ev hanımlarına.

Hele altlarında kocalarının aldıkları deve gibi ciplere binen, 36 bedende, havuz yada solaryum yanığı tenli olup öğle yemeklerinde arkadaşlarıyla buluşup sohbet edebilenlere.

Gözlerine sürdükleri hafif far ve daima frenç manikürlü kafam kadar tek taşlı parmaklarında bilmem ne mağazasının şık ama pahalı alışveriş torbasını sallaya sallaya yürüyüp, aslında istedikleri o bilmem ne marka tişörtün kendileri için olan bedenini getirtmek amacı ile mağaza müdürünü nasıl haşladıklarını arkadaşlarına anlatışlarına özeniyorum.

Bazen bende konuştuğum tek konular bunlar olsun istiyorum. “Aradığım mayonun kırmızısı yok, siyahını alayım mı?” diye kocamın önemli bir toplantısını bölebileyim, adam telefonda kızınca da, akşama kadar kafamda kurayım ve akşam adamcağız eve geldiğinde surat asıp, canına okuyayım istiyorum.

Hıım, tabi bir de sürekli hayatın ne kadar monoton olduğundan şikâyet edeyim. Artık çok sıkıldığımdan ve bir arkadaşımın önerisi ile seansına bilemem ne kadar verip bir psikoloğa gideyim. Psikologda bana, artık başkaları için değil, kendin için yaşa demeli ve birden gözümde bir ışık yanmalı. Kendimi bunca yıl nasıl heba ettiğimi anlamalıyım, nasıl yıprandığımı fark etmeliyim. Offf süper güzel bir hayat yaaaa!!!

Ahh ablacım ahhh, ne paranın nasıl kazanıldığını bilmediğine, ne de rahat hayatına kızmıyorum da, şu cipin koltuğunu iyicene dikleştirip, direksiyona iki elle yapışıp 5 saat de park edemiyorsun ya, işte o an bütün şalterlerim atıyor.

Bilgen,babamsağolsun

14 Temmuz 2009 Salı

SABIR YARABBİİİ

Ne olursa olsun insanın şansı olacak biraz. Azıcık ya.

Ben tırnaklarımla kazımaya razıyım ama ben kazırken Allah biraz o toprağın içine altın serpecek, madene yakınlaştıracak şansı verecek. Kısmetin olacak be kardeşim.

Sen eşek gibi çalış uğraş ama olmasın. Gene de hamd et. “ Vardır Allah’ın bir bildiği” de, sabret; sonra çıksın lavuğun biri elini kolunu sallasın ve işi yapsın.

Hoş geldin gerçek dünyaya, hoş geldin adaletsiz dünyaya.

Sonra sinirden boynu da ağrır adamın, tansiyonu da çıkar, personeli de haşlar.

Ama hep ne diyoruz, vardır Allah’ın bir bildiği. Vardır bu işte de bir hayır. Allah’ın hikmetinden sual olunmaz, isyan bize yakışmaz.

Bilgen,bugünhiçbulaşmayınsinirliyim

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Ahh Prenses Ahh

Romantiğimdir.

Sürprizleri, şiirleri, sevgiliyle el ele yürünen gün batımlarını severim.

Aslında beklentisiz sevmeyi severim. Koşulsuz sevgiye inanırım. Bu sebepledir ki, yıldönümlerini sevmem.

İster istemez, garip bir beklenti içine giriyor insan. Acaba nasıl bir sürpriz yapacak diye veya ne alacak diye veya ne almayacak diye. İş ticarileşiyor, çirkinleşiyor, beklentiler karşılanıyor veya karşılanmıyor; sonuç ne olursa olsun bir beklenti oluşuyor.

Oysa aşkta beklenti oluşmamalı. Güzel bir sürpriz “bugün Cuma” diye de yapılmalı veya küçük bir hediye “gözlerinin başımı ilk döndüğü günün hatırı için” diye verilmeli.

Önemli olan düşünüldüğünü bilmek, emek harcandığını, uğraşıldığını bilmek. Yoksa ne kadar kolay git kuyumcudan mücevheri al, bir demette gül al, hııım bir de lüks bir restorantta yer ayırt, süper di mi? Bu kadar şaşağı taçlandıracak bir hikaye olmalı, bir şiir bir uğraş olmalı. Gecenin sonunda yüzün asıldığında ise “hiçbir şeyden mutlu olmayan kadın” olur çıkarsın.

Oysa bir parkta, denizi ve yıldızları seyrederken belki hiç çıkamayacağınız Avrupa tatilinin hayalini kurmak, belki de asla sahip olamayacağınız o büyük eve senin ne kadar yakıştığının anlatılması yani “geleceğimde ve hayallerimde sen varsın” mesajı bütün lüks restorantlardan, elini tutan elinin sıcaklığı tüm mücevherlerden, yerden senin için eğilerek koparılmış boynu bükük papatya ise tüm güllerden çok daha değerlidir.

Ahh Bilgen ahh, sen Pamuk Prenses edası ile etrafta dolanıp, mücevhere sevgilinin elini, lüks restorana hayalleri tercih edersen daha çok hayıflanırsın neden kozamdan ipek böceği çıkmıyor diye.

Bilgen,thaslan

10 Temmuz 2009 Cuma

Şeytan Diyor ki...

“Zamanla sivri köşelerin törpülenir” demişti çok sevdiğim bir ablam.

Şimdi bakıyorum da, gerçekten törpülenmişiz, yuvarlak olmamıza ramak kalmış.

Sakinleşmişim, durulmuşum, pamuk gibi olmuşum.

Şiddet uygulamıyorum, dellenmiyorum, intikam almıyorum.

Belki anlık sinirleniyorum ama sonra empati yapıyorum. Dur bir daha düşün, hemen dellenme diyorum. Karşımdakine bir şans daha veriyorum. Sabrediyorum. Sabrediyorum. Sabrediyorum.

Oysa içimde ne fırtınalar kopuyor. Tekme tokat giresim, avaz avaz bağırasım, lanet okuyasım, çekip silahı vurasım, tüm tabağı bardağı indiresim geliyor. Diyorum ya, anlık.

Ne de olsa, ne yaparsam yapayım, hayatın bir akışı var. Ben ne suları durdurabiliyorum, ne gideni engelleyebiliyorum, ne istediğim kadar para kazanabiliyorum, ne de olmak istediğim yerdeyim.

İnsanın sivrilikleri törpüleniyor, hayatın akışına alışıyor.

Hayırlı cumalar.
İyi hafta sonları.

Bilgen,bukızıyenidenbüyütmeliyim

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Hakkımızda Hayırlısı

Bazen boyun eğmek gerekiyor.

Boyun eğmek ve sükûnetle kabul etmek.

Evet insanın damarları yanıyor öfkeden, çaresizlikten.

Duvarları yıkmak istiyor insan. Eline ne geçerse kırıp dökmek, kendini yollara atmak, dünyayı durdurmak istiyor.

Ama ne dünya duruyor, ne duvarlar yıkılıyor. Sadece damarlarının yandığıyla kalıyorsun.

Gece güne dönüyor, Allah senin istediğini vermiyor. Üzülüyorsun, sabrediyorsun, şükrediyorsun. Sonra bir bakıyorsun, Allah sana daha iyisini vermiş. Şaşırıyorsun. İyi ki olmamış diyorsun.

İşte ben şu 31 yıllık hayatımda sadece bunu öğrendim.

Allah her şeyin hayırlısını bilir ve verir.

Bu yüzdendir ki, çok uzun zamandan beri “Allah’ım gönlümde olanı hakkımda hayırlı eyle, hakkımda hayırlı olanı gönlümü razı eyle” diye dua ediyorum.

Valla ben pek memnunum.

Tavsiye ederim.

Bilgen,theaslan

2 Temmuz 2009 Perşembe

O Zaman Şarkı Söylemek Lazım Avaz Avaz

Otoparkçı çocuk sanırım benim deli olduğumu düşünüyor.

Her sabah, saat 08:30 da yüksek sesle bir müzik ile otoparka giriyorum. Tempoya göre ya elim oynar ya başım oynar. Çocukcağız kapımı açar, ben “dur” derim, “bak şarkının burası ne kadar güzel” ve garibim eli kapıda şarkının güzel kısmının bitmesini bekliyor.

Arabadan indiğimde de, şarkıyı söyleye söyleye kliniğe geçerim. Kargocu adam, Yataştaki kızlar ve Citibank çalışanları alıştı bu şarkılı sabah selamlamasına da bazen kaldırımda yürüyen halk garip garip bakıyor.

Ne var bunda kardeşim, şarkı söylüyorum işte.

Keşke herkes içindekileri benim gibi şarkılara dökebilse.

Düşünüyorum da, uzun boylu kelli felli sigortacı Fadıl Abimiz, elinde evraklarla şarkılar söyleye söyleye dolaşsa ya da Citibank’ın müdürü paralı bir müşteri aldığında sokak lambasından destek alarak dansına başlasa. Hııım, hatta onun dansına bizde eşlik etsek. O önde, biz arkada; uygun adımlarla dansın coşkusuna katılsak. Dansımızın engellenmemesi içinde kamera bizi yukarıdan çekse.

Tabi siz dalyan gibi Fadıl Abi’yi, Citibank Bülent’i, hatta şuan tüm sokağın dansı sırasında gözüme ilişen çılgın sigortacım Feyyazcım ile ağır abi Bülent Bey’i tanımıyorsunuz. Ama bizim sokaktaki her esnafın keyifli anında kapılardan çıkıp dansa başlasak süper olmaz mı?

Zaten hepimiz toplum içinde yaşayan şizofrenler değil miyiz? J

Bilgen,theaslan

29 Haziran 2009 Pazartesi

TaaaTiiiLLLL

Nasıl tatile gidesim var anlatamam.

Ama tatil konusunda biraz kararsızım.

Mesela, güneye inip, deniz kenarında kalın bir kitabın sayfalarında dans ederken, kızgın güneş altında lahmacun olma şansı var. Hem ruhum, hem bedenim hem de gözlerim dinlenir bu tatilde.

Sabahtan giderim plaja. Benim vücut 3 dönüm olduğu için yağlanmam zaten yarım saat sürer. Sonra kurulurum şezlonga en gölgesinden. Ilık güney rüzgarı yosun, kum ve güneş yağı kokusunu getirirken burnuma, “ohh” derim “işte tatildeyim”.

En kalın kitaplarımı tatil için saklarım ben. Çünkü yapacak başka da bir şey olmuyor ki. Kalın kitabımın sayfaları arasına gömülmüşken, 18-25 yaş gurubu ablalar dikkatimi çeker. Kitabı göğsüme yaslar, nasıl bu kadar güzel vücutları olduğunu anlayamadığım ablaları seyrederim uzun uzun. Ablaların etrafındaki adamlara bakarım, beklentilere bakarım. Sonra elimdeki kitaba dönerim ve onlardan çok daha akıllıyım, diye kandırırım kendimi.

Ya da bir kültür turu olabilir. Mesela GAP veya ENDÜLÜS. Bilemiyorum.

Bir gurup tanımadığım insan ile aynı uçağa biner, sonra aynı otobüste hareket eder, en sonunda da aynı otelde kalırız. Ertesi günü kaynaşmış olurum kesin insanlarla ve içlerinden birileri kesin hiperaktif olur. Rehberle beraber bizleri sürekler durur oradan oraya. Oysa o kadar da dolaşmak istemiyorumdur ben. Şimdi şurada oturup bir kahve içsek de fena olmaz değil mi? Ama olmaz, illa o arkadaş görülecek bir sürü yer olduğunu düşünüp sizi sürükler. Birkaç gün sonrada gurupta “peşinden gidenler” ve “karşı çıkanlar” olmak üzere iki gurup oluşur. Hiçbir zaman lahmacun olamayacağınız bir seçenek olduğundan kafan dinlenmiş ama bedenin iki kat yorgun olarak geri dönersin.

Yok ben ne istediğimi buldum;

Atlıcan arabana, belki yalnız belki bi kuzen veya kanka ile. Yorulduğun ilde veya ülkede duracaksın. Plan yok. Program yok. Belki bir günde 5 şehir ezeceksin, belki de bir şehirde 3 gün kalacaksın. Lahmacun olmak istiyorsan lahmacun olacaksın, hiperaktif olmak istiyorsan hiperaktif olacaksın. Hem dinleneceksin, hem dinginleşeceksin, hem de aşacaksın.

Ama her şeyden önce para lazım.

Demek ki daha çooooook çalışacaksın.

Bilgen,heyözgürlük

27 Haziran 2009 Cumartesi

Yıldızlı Gecelerde

Sağ olsun telefonumun şarjı akşamı zor ediyor.

Dün akşamda şarjım bitti. Şarj aleti annemlerde kalmış. Son birkaç “alo”dan sonra “bip” ve telefon kapandı.

Büyük bir çaresizlik içinde evi talan ettim acaba yedek bir telefon var mıdır diye? Nokia5110 na bile razıydım ama yoktu.

Terasa çıktım. Şezlonguma uzandım ve yıldızları seyretmeye başladım.

Korkunç bir yalnızlık çöktü içime. Çaresizlik elimi kolumu bağladı.

Cebimin şarjı yok.

Ev telefonum yok.

İnternet var ama dizüstü bilgisayarım işte.

İletişim çağında yaşıyorum ama tüm dünya ile iletişimim kopmuş durumda.

Birden fark ettim ki başımın üstünde ışıl ışıl parlayan yıldızlar var. Onları seyretmeye koyuldum. Ben daha önce nasıl fark edemedim bu yıldızları diye düşündüm. Karşıda parlayan karşı yakanın ışıklarına baktım. Sarılı beyazlı ışıkların sudaki yansımalarının oluşturduğu dansı seyrettim. Ilık rüzgârın tenimde bıraktığı ürpertiyi hissettim iliklerime kadar.

Hâlbuki ben neredeyse her akşam bu terasta oturup, denizi ve yıldızları seyredip rahatladığımı düşünürüm. Oysa ya telefonum çalardı ya da benim muhakkak birileri ile görüşme yapmam gerekirdi.

İlk defa dün akşam, ılık rüzgârlı terasımda, fıstık yeşili şezlonguma uzanıp, yıldızları seyrettim, hayal ettim, ümit ettim, gülümsedim.

Bilgen,ömrümcehepadımadım

24 Haziran 2009 Çarşamba

Kandil Kandil

Ben yarın İstanbul’dayım.

Tartılacağım.

O sebeple yarın ki mübarek üç ayların başlangıcı olan Regaip Kandilinizi kutlayamayabilirim diye şu yorgun halimle hemen mail atayım dedim.

Mübarek üç aylar hayırlara vesile olsun,
Kandilimiz ise kutlu olsun.

Bilgen,AMİİİNNNN

23 Haziran 2009 Salı

Hayat Bilgisi

Hatırlar mısınız ilkokuldayken “Hayat Bilgisi” dersi vardı. Bu derste bize mevsimleri, haftaları ve insanların dönemsel davranışlarını öğretirlerdi.

Neler anlatılıyordu o derslerde nerler!! Patlıcan, domates yaz sebzesi, karnabahar,lahana kış sebzesidir. Annelerimiz kışa hazırlık olarak reçel kaynatır, turşu kurar, tarhana yaparlar.

Derse bak ya, benim gibi feminist bir insan için ne kadar sıkıntılı bir ders. Anne tarhana yapar, baba televizyon izler. Bari de ki anne tarhana yapar, baba odun kırar J

Hoş artık ne reçel kaynatılıyor ne de turşu kuruluyor. Bizim kuşat evde kaldığı belli dönemlerde can sıkıntısından belki 2 kilo portakaldan reçel yapıp, sabah kahvaltılarında altın sarısı reçelleri ile övünerek afiyetle yemişlikleri vardır. Bende bir ara sütlerin kaymağını biriktirip tereyağı yapıyordum. Heves işte, çabuk geçiyor.

Ama kış geldiğinde de et suyuna yapılmış, mis gibi domates kokan tarhana çorbası gibisi de yoktur. Birkaç yıl öncesine kadar babaannem yapıyordu ve biz de ondan otlanıyorduk. Artık babaannemde yeni yüzyıla uydu ve kendi yapmak yerine, temizliğini bildiği evinde yapıp satanlardan alıyor.

Eğer sizde almak isterseniz kış için tarhana yapmaya başlamışlar. Siparişe göre yapıyorlar.

Eee yazdan kışa hazırlık yapmazsanız, sonra soğuk kış gecelerinde ağustos böceği gibi sıcacık çorba içen karıncaya melül melül bakarsınız.

Bilgen,çokuykumvar

20 Haziran 2009 Cumartesi

OLMAZ MI?

3 ay olmuş onu görüp kalbi çarpmaya başlayalı.

Kaçamak bakışlar, imalı laflar, belli belirsiz kurlar ile kalbi bir yanmış bir sönmüş.

En sonunda duygularını itiraf etmişler birbirlerine.

Gözlerinin içi parlıyor.

Hani aşık insanların etraflarına yaydıkları, neredeyse elleyebileceğiniz bir tılsımları vardır, o tılsım alıp götürür seni de onun mutluluğuna. Onun anlattığı hikayeleri dinlerken bende gittim onun mutluluğuna. Midesinde uçan kelebekleri gördüm, ellerinin durup dururken terlemesini gördüm, bir önceki buluşmanın beynindeki tekrarını gördüm.

Hele onu anlatmaya başladığındaki sevinci, yüzündeki mutluluğu beni de mutlu etti. Onu bulup tebrik edesim geldi bir insanı bu kadar mutlu ettiği için.

“Bak şu saat oldu aramadı hâlâ” dedi.
“Allah Allah adamın işi vardır. 15 yaşında mısınız siz de sürekli telefonlaşacaksınız.” Dedim biraz önceki anlamsız sızlanmasına kızarak.
“Ama 15 de hissediyorum” dedi

Ben bir şey anlatırken daldı gitti birden. Yüzünden bir bulut geçti. Sonra yüzüme en masum bakışı ile bakıp “Kokusunu özledim” dedi.

İçim cız etti.

Bu anların bitecek olması ne kadar acı. Onun gözlerindeki mutluluğun yerini değişik sıkıntıların bulutları kaplayacak. Artık elleri titremeyecek onu düşündüğünde. Belki hep sevecek ama bu coşku olmayacak işte.

Peki bitmeme ihtimali var mı?

Tamam ilk günlerin dozajında olmasın da biraz daha azalsın ama bitmesin.

Bunun olma ihtimali var mı?

Bilgen,özledim

18 Haziran 2009 Perşembe

DİYETTE MİYİM,OLMAZZZ OLAMAZZZ 4

Üzerimde bir gece öncesinin uykusuzluğu ile klimaların soğuttuğu hastanede tedirgin şekilde bekliyorum. Sekreter kızcağız tedirginliğimi anlamış olacak ki göz ucu ile bana bakıp gülümsüyor.

15 gün oldu.

Ağzıma Ülker’in sütlü kare çikolatasını atmayalı, bir bahane ile mutfağa inip bir kaşık Nutella’na boğazımdan kayarken “hııım” diye keyif sesleri çıkarmayalı, beyaz ekmeği ellemeyeli, bol şekerli Türk kahvesi höpürdetmeyeli 15 gün oldu.

Birazdan içeri girip tartılacağım, yağım ne kadar gitmiş, kilo ne olmuş, belim ne kadar incelmiş göreceğim.

Ama aslında pek de önemi yok. Çünkü bu sabah pantolonumu giydim, fermuarı çekmek için uğraştım durdum ama fermuar çekilmiyor, “eyvah bozuldu galiba” diye düşünürken, aaa bi baktım meğer fermuar çekik. “Hay Allah uyku sersemi pantolonu fermuarı kapalıyken giymişim” dedim ve güldüm. Sonra idrak ettim. Ben bu pantolonu aldığımda fermuarını zor çekiyordum. Heeeyyy yaşasıııınnnn zayıflamışıııımmmmmmm!!!!

Zerrin Hanım suratında kocaman gülümseme ile beni karşıladı. Hemen tarttı.

2.5 kilo vermişim. 15 gün ve 2.5 kilo.

“Bilgen Hanım, adınızı “başarılılar listesine” yazıp panoya asabilir miyim?” dedi Zerrin Hanım

“İstersen bir de çiçek çiz yanına” diyesim geldi ama vazgeçtim. Fazla samimi olmayayım dedim, ne de olsa birazdan yeni liste için savaşacağız.

Bilgen,uykusuzamamutlu

Not: İyi savaştım ve haftada bir kere gofret yeme izni aldım.

17 Haziran 2009 Çarşamba

DİYETTE MİYİM,OLMAZZZ OLAMAZZZ 3

Belim tutuk.

2 gündür evdeyim ve digitürk kumandası ile yapışık yaşıyorum.

Bir de derler ki şu televizyon gereksiz diye. Oysa ben şu iki günde ne çok şey öğrendim.

Mesela; çikolatadan araba yapmayı, soslu somon balığı pişirmeyi, Sindirella’daki prensin aslında ayakkabı olmadan da gerçek aşkını bulabildiğini, Disney kanalının ne kadar faydalı olduğunu, 157 kilodan 80 kiloya düştüğünde vücudunun çuval gibi sarktığını.

Bu son yazdığım maddeyi ilk gün öğrendim ve 2 gündür aklımda kadını nasıl kestikleri, deriyi nasıl elektrikli cihaz ile kopardıkları ve sonra nasıl diktiklerini seyrettim. Nasıl ürktüğümü anlatamam. Yani zayıflamak zaten dert bir de zayıflama sonrası çekilecek eziyetler var. Off dedim, daraldım.

Sonra aklıma sevgili arkadaşım Serra geldi. Serra’nın bir güzellik salonu var ve orada bir cihazı var. Kızcağız ne zaman diyete başladım desem, “Bilgencim gel vella smooth’a gir de deri sarkması yaşamayalım” der durur.

Bugün koşarak Epilazer’e gittim ve randevumu aldım.

Bekle podyumlar ben geliyorum.

Bilgen,süperimsüperimsüperim

14 Haziran 2009 Pazar

Bir Gösterinin Ardından

Fonda “vi vıl vi vıl rak yu” çalıyor.

Sahnede 4-5 yaş gurubu, kendileri için dizayn edilmiş sevimli rakçı kostümlerinin içinde kafalarını sallayarak dans ediyorlar.

Veliler de bir sessizlik. Hepsinin yaş ortalaması 30-35. Şarkı gençliklerinin en ateşli olduğu zamanlarının şarkısı. Bir yandan sağ dizlerine vurarak ve kafalarını hafif hafif sallayarak tempo tutuyorlar. Gözleri sahnede ama akıllarında bu şarkının hatıraları canlanıyor. “Hey be, neydik ne olduk. Yaşlandık. Eskiden bu şarkılarda biz oynarken, şimdi çocuklarımız oynuyor” diye düşünüyorlar belki kim bilir ve için için dua ediyorlar, çocukları da o yaşlara geldiğinde kendileri gibi çılgın olmasınlar diye.

Elif’in okul gösterisi vardı. 2 saat boyunca suratımda kocaman bir gülümseme ile seyrettim çocukları. Çok sevimliydiler, danslar mükemmeldi. Mesela 6 yaş gurubu çaça yaptı. Zamanında Murat ile bende merak sarıp kursa gitmiştik, biz aynı figürü 2 ayda öğrenemedik.

Benim kızım, prensesim, gülen yüzüm, yaşam sebebim de Balkan Müzükleri eşliğinde dans etti. Kostümü, şaşkınlığı, müzik hepsi mükemmeldi.

İyi ki doğurmuşum,
İyi ki Düşbahçesi’ne vermişim
İyi ki Halam bu okulu açmış

Bilgen,keşke5çocuğumdahaolsa

11 Haziran 2009 Perşembe

DİYETTE MİYİM, OLAMAZZ OLAMAZZZZ 1

Burger King’e aşığım.

Türkiye’ye ilk geldiği günden beri en büyük hayranıyımdır. Aşkımız önceliği çikınroyal seçeneği ile başladı. Daha sonraları vupır cezp etti beni. Bu aralar ki favorim sitikhauz menü.

Burger King, ilk salata eklediğinde menüsüne ne çok gülmüştüm. Kim Burger King’e gidip salata yer ki?

Peki bu önümdeki ne?

Bir kase yeşillik duruyor önümde. Şube müdürüm İsmail en masum gülümsemesi ile “bakın size üç çeşit salata sosu aldım. Hangisini isterseniz” dedi. İsmail’in gırtlağını sıktığım an canlandı gözümde birden. Üç çeşit sos almış. Allah’ım yaa, sabır güzel Allah’ım. Allah’ın otuna ne sos dökersen dök, Allah’ın otu işte!!!

Eyy güzel Allah’ım, beni birçok kereler yaptıklarınla, büyük lokma ye büyük söz söyleme diye terbiye etmedin mi? Neden Burger King salata yaptığında güldüm diye beni bu adamların salatalarına muhtaç ederek cezalandırıyorsun?

Amin
Amin
Amin

Bilgen,gazapüzümleri

Not: Ben salatayı yemeğe çalışırken salatama patates kızartması atarak beni taciz eden zat-ı muhterem, intikam günü gelecek. Haaa haaa haaaa

DİYETTE MİYİM, OLAMAZZ OLAMAZZZZ 1

Sabah uyandığımda, güneş odamın penceresinden yatağıma süzülürken güzel bir aydınlık akıp gidiyordu odada.
Çok keyifli uyandım. Neşem yerindeydi. Yatakta biraz gerindim. Dün yedim çin yemeği, üzerine bir dostum sohbeti ile lezzetlendirdiğim çizkek-kahve saati ve akşam yine çok eski bir dostum ile paylaştığım geçmişin güzellikleri yanında Num Num’dan kocaman bir hamburger ve bir sepet patates kızartmasının verdiği tokluğu hissediyordum.
Şarkılar söyleyerek kalktım, giyindim ve işe gittim. Sevgili asistanım her zamanki gülümseyen sesi ile, sandviçimin geldiğini söyledi.
Ama yiyemem ki…
Aman Allah’ım ben diyetteyim…
Masamın üzerinde kuzu gibi yatan sandviçime baktım. Derin bir nefes aldım. Kararlıyım, zayıflıcam, podyumlara geri döneceğim. Zerrin Hanım’ın verdiği zarfı çıkardım. 11:30 arasında yemem için bana “100 gr yaban mersini, 100 gr ceviz, 100 gr kuru dut ve 100 gr kara üzümü iyicene karıştırt, daha sonra 50 gr lık poşetlere koydurt. Her gün bu 50 gr yemelisin” tarifini vermişti ve sevgili dış işler asistanım Armağan’a tarifi verdim.
Klinikte ve kafedeki herkes, yanımda olduklarını anlatmak istercesine, diyetimle ilgili sorular sordular. Diyet listemi çoğaltıp buzdolabını üstüne astılar ki, hani gözlerinden kaçıp da ekstra bir şey yemeyeyim.
Hata mı ediyorum Allah’ım dedim, korkunç diyet günleri beni mi bekliyor!!!
Bilgen,oyyyoyy

9 Haziran 2009 Salı

Allah'ım Zayıflıyor Muyum Yoksa? (Yok Canım Daha Neler) Yazı Dizisi 4

“Ama” dedim, “Bugün Çin yemeği yiyebilirim değil mi?”

Yine bir anne sevecenliği ile gülümsedi. “Elbette” dedi

Elimde ölüm listesi ile yanından ayrıldım. Zaten tüm evrakları bir zarfa koymuştu. Zarfı arabanın bagajına attım.

Profesyonel olarak 20 yıldır şişmanım. Bu 20 yılın her gününde illa birileri kilolarla ilgili bir şeyler söyledi bana. 70 kiloyken de birkaç kilo fazlan var diyorlardı, 85 kilo iken de laf sokuyorlardı. Şimdi 136 kiloyum. İnsanlar hâlâ konuşuyorlar. Sürekli bana akıl veriyorlar. Yok cevizin perdesini kaynat iç, yok maydanoz ye, yok şu yok bu.

Kardeşim ben 136 kiloyum. Öyle cevizle maydanozla olmaz böyle şeyler, salak mısınız siz, diye bağırmak istiyorum bazen insanların yüzüne. Bazen insanlar bana baktıklarında gö..mü değil de gözlerimin rengini görsünler istiyorum. Benimle kilo ile ilgili değil, edebiyatla ilgili, sanatla ilgili, hayatla ilgili konuşsunlar istiyorum.

Zerrin Hanım “herkes her şeye karışır tatlım, o yüzden sakın kimseye diyet yaptığını söyleme” dedi. Ama ben şuan hepinize söylüyorum. Ben dahil herkesin içi rahat olsun, artık zayıflamaya karar verdim. Bu kararı ben verdim. Ben istiyorum. Birileri söyledi diye değil. Laf soktukları için değil. Bu sefer ben istiyorum ve Allah nasip ederse de başaracağım.

Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.

Bilgen,içimacıyor

Allah'ım Zayıflıyor Muyum Yoksa? (Yok Canım Daha Neler) Yazı Dizisi 3

Zerrin Hanım, makûs kaderime razı oluşumu anlamış olmalı ki, birden sevgi dolu maskesini çıkardı ve bana listeyi vermeye başladı.

“Sabah 4 dilim ekmek ama beyaz ekmek olmayacak” dedi.
“Beyaz ekmek yiyim ama 2 dilim yiyim” dedim.

Birden bakışlarımız çarpıştı. Sandığı kadar da zavallı ve bilgisiz olmadığımı anladı. Verdiği her şeyde muhakkak pazarlık yapacağımı, hemen teslim olmayacağımı hissettirmek için masasına doğru eğildim. O bu eğilişimdeki direnci görünce, omuzlarını dikleştirdi. Gözleriyle bana “el mi yaman bey mi yaman” dedi.

Ben güçlü kadınlardan korkarım. Gücü gördüm mü bir adım geride durur, boyun eğerim ta ki zayıf noktalarını yakalayana kadar.

Sustum, geri adım attım, kabullendim. Elbet bir yerde bir açık verecekti ve o an geldiğinde ben de “şah mat” diyecektim.

Sabah-öğle-akşam ana öğünlerinde biraz mızırdandım.

Ara öğünlerde biraz daha tatmin edici davrandı.

Ama listede tatlı yoktu.

TATLI YOK.

Her şeyi kabullenebilirdim ama bunu asla.

“Tatlı yok bu listede” dedim.

Ben de güçlü bir kadın olduğumdan ve o da zeki bir kadın olduğundan, birkaç saniye sessizliğimiz sürdü. Derin nefes alışlarımız yeni bir savaşın başlayacağının habercisiydi. Ben geri adım atmama konusunda kararlıydım, o ise tatlı vermeme konusunda.

“100 gr diyet dondurma veriyorum akşamları” dedi, “2 porsiyonda meyve”
“Şaka yapıyorsunuz herhalde” diye önce ılık bir sesle başladım cümleme, “dondurma tatlı sayılmaz ki” diye soğuk bir sesle bitirdim.

Gözlerinde birkaç saniyeliğine eğer direnirse beni kaybedeceği endişesini gördüm. İşte zayıf an buydu ve ben buradan galip çıkarsam çıkarım yoksa yanarım dedim kendi kendime.

“Bu listeye uymamı beklemiyorsunuz değil mi, adam gibi tatlı verecekseniz verin. Yoksa ben kalkıp giderim” dedim.

Gözlerinde bir şimşek çaktı. “sana yar etmem o tatlıları” der gibi baktı bana.

“Tamam, öğle yemeğinden sonra bir kâse de diyet puding veriyorum”, tam itiraz edecektim ki, “beğenmezsen gidersin” bakışı attı.

Birkaç saniye düşündüm. Ya bu kadının dediklerini yapacağım ve kışa çizme giyebileceğim, yada gene cayacağım ve yaza artık mayo bile bulamayacağım kendime.

İlk defa ne kadar uzun zamandır çizme giymediğimi fark ettim…

TO BE CONTIUNED…
Bilgen,şişmanamagüzel

5 Haziran 2009 Cuma

Allah'ım Zayıflıyor Muyum Yoksa? (Yok Canım Daha Neler) Yazı Dizisi 2

Zerrin Hanım’ın odasına girdiğimde elimde olmadan bir pozitif elektrik hissettim. Ama etkilenmemek için duymazlıktan geldim.

Zerrin Hanım, bir anne sevecenliği ve bir genç kızın coşkusu ile bana ameliyat olmadan da biraz dayanarak zayıflayabileceğimi anlattı.
- Yaparız değil mi Bilgencim? Dedi.

Ben “diyet ve sabırla” zayıflama isteği içerisinde olmadığımdan karşımdaki kadının sevgi dolu yardım mesajını duymazlıktan gelmek için duvarlara filan baktım durdum ama bu kadında şeytan tüyü mü vardır nedir, içim ısındı. Konuşmasının ilerleyen aşamalarında kocaman bir gülümseme yüzüme, bir umut ışığı da kalbime doğdu.
- Tamam, dedim. Yapalım bu işi.

İkimizde sevinç içinde gülümsedik birbirimize.

Gözümün önünde birden 60 kilo ile bembeyaz bir elbise giyip, kırlarda koştuğum sahne geldi. Yüzümde o aptal gülümseme, başımda papatyalardan taç, ellerimi otlara değdire değdire koşuyorum.
Tamam, yapalım bu işi, dedim ve bekledim ki hemen başlayacağız. Bana 12 gün sonraya gün verdiler.

Tıp merkezinden çıktığımda “yaşasın” dedim kendi kendime “daha 12 gün özgürüüümm”.

Güzel günler çabuk geçer ya, bu 12 gün Japonya’da hızlı trenler gibi hızla akıp geçti. Halbuki benim daha yemeği arzu ettiğim kalorili ne çok yemek vardı.

12 gün sonra, Zerrin Hanım’ın odasında oturdum ve makus kaderime razı şekilde boynumu büküp oturdum…

TO BE CONTIUNED…

Bilgen,şişmanamagüzel

4 Haziran 2009 Perşembe

Allah'ım Zayıflıyor Muyum Yoksa? (Yok Canım Daha Neler) Yazı Dizisi 1

Baktım ki bendeki kilolar 3 haneleri artık ciddi zorlar oldu, bir şey yapmak lazım dedim kendi kendime. Zaten yılbaşı listemde de vardı bu sene zayıflamak, çare aramaya başladım.

Eskiden olsa hemen bir spor salonuna yazılır veya diyetisyene filan giderdim. Artık akıllandım. Spor salonlarının hikâye olduğunu, diyetisyenlerin ise sadece 3 ay gidilen ve söyledikleri asla yapılmayan kişiler olduğunu öğrendim tecrübelerimle.

Ee peki ne yapacağız? Ameliyat. Süper çözüm. Mideme ya bant takacaklar ya da dikecekler yicem yicem ama hep zayıf kalıcam.

İşte bu niyetle, Dr.Murat’ın karşısına oturdum. Yaş olarak belki benden biraz büyük, sevimli bir cerrah Murat. Önce beni bir saat kadar konuşturduktan sonra
- Ben ameliyat olmak istiyorum diyen herkesi ameliyat edemeyiz ki. Dedi.

Yok efendim ben ne tür bir şişmanmışım, ne tür besleniyormuşum, hangi diyetleri uygulamışımda kilo verememişim vs vs vs. Sabırla dinledim kendisini. Konuşmanın sonunda anladım ki bu tatlı genç doktor beni ameliyat etmeyecek. Boynumu büktüm ve
- Peki ne yapacağız, dedim.

Önce beslenme uzmanı ile çalışacakmışım birkaç ay. Beslenme uzmanının vereceği rapora göre ameliyat edip etmeyeceklerine karar vereceklermiş. Makûs kaderime razı geldim. 20 yıldır profesyonel olarak şişmanım, her yolu denedim. Ama işte bütün yollar Roma’ya çıkar misali, tüm yollarım illa “dengeli beslen” diyen diyetisyen/beslenme uzmanı arkadaşlara çıkıyor.

Kader ağlarını yavaşça ördü hayatımda ve Murat Bey beni Zerrin Hanım’la tanıştırdı…

TO BE CONTIUNED…

Bilgen,şişmanamagüzel

2 Haziran 2009 Salı

HALAYIN GİZLİ KURALLARI

Düğünleri çok seviyorum.

O curcunayı, koşuşturmayı, gerginliği, altın takma merasimini ama en çok halay-üçayak-horon gibi kol kola girilerek bir adım dans (!) etmeyi seviyorum.

Belki hiçbir zaman bir araya gelmeyecek bir sürü değişik özelliklerdeki insan el ele tutuşup veya kol kala girerek uygun adımlarla sağa doğru dönerekten hareket ediyorlar.

Önce yavaş yavaş başlıyor adımlar. İki tur dönüldüğünde katılımcı sayısı birden iki katına çıkıyor. İyicene sıkışıyor insanlar, daha bir sokuluyorlar birbirlerine. Kimse bir şey konuşmadan hatta birbirinin yüzüne bile bakmadan, hemen başka bir gurup büyük insan zincirinden sıyrılıp ortaya geçiyor ve kendi zincirlerini oluşturup oynamaya başlıyorlar. Sanki gizli bir kural varmış gibi, dış halkadan kimse içeridekine katılmıyor.

Müzik hızlanıyor. İç halkadakiler ki bunlar genellikle 16-30 yaş arası herkesin küçük bir açı ile öne attıkları adımlarını illa bir başka atraksiyon ekleyip daha geniş bir açı ile atan beyler, daha bir hızlanıyorlar. Daha da hızlandığında müzik, artık bu ortadaki beyler uçuyorlar.

Dış halkada ise durum daha keyifli. Önce şişko abla ve ağabeyler pes ediyor. Daha sonra topuklu ayakkabılılar, ardından tesettürlü ablalar ve yavaş yavaş ise yorulanlar ayrılıyor.

Ayrılmakta bir törenle oluyor. Kimse “ayy yoruldum” deyip, bırakıp çıkmaz. Çıkacağı zaman sağındaki ile solundakinin ellerini ortada birleştirir. Yerinin emin ellerde olup olmadığına bakar ve bırakır. Ama bu bahsettiğim tamamen güdüsel olarak 2 saniyede olur.

Düğünler güzeldir.

Telaşı güzeldir.

Gelin olmak güzeldir.

Hele benim organize ettiğim düğünler çok daha güzeldir.

Allah herkese en az bir kere (ki daha çok olmasında mahsur yok) gelinlik giymeyi nasip etsin.

Bilgen,doktordayımbeklemektensıkıldım

26 Mayıs 2009 Salı

KAÇ PUANSINIZ

Ne kadar ben insanları sınıflandırmam desem de, ilk tanıştığımda muhakkak kafamda bir puan veriyorum. Bu puanlamada ise 100 üzerinden 50 nin altında alanları ise beynim otomatik olarak siliyor.

Kimi insan ise zamanında benden 50 nin altında puan almasına rağmen, zaman geçtikçe, zekası, nezaketi, kibarlığı, düşünceliliği gibi özellikleri ortaya çıktıkça puanı artıyor. Özellikle zeka benden 30 puan aldırıyor.

Ama kimi 100 lükler de oluyor ki, ikinci muhabbetten sonra veya iki espriden sonra önce 70 lere sonra da 50lerin altına iniyor. Zaten 50 nin altına inince de önce telefonumdan, sonra mail listemden, sonra da beynimden siliyorum.

İnsanların özellikleri de aslında hayatıma girecekleri alana ve cinsiyetlerine göre kimi zaman artı kimi zaman eksi oluyor. Mesela, konuşkanlık kadınlarda 10 puan aldırırken, erkeklerde 15 puan düşürüyor ya da çapkınlık dost olarak hayatıma girmiş bir erkek de artık 5 puan verdirirken, hayatıma sevgili olarak giren kişide eksi 20 puan yapıyor.

Şimdi düşünüyorum da, benim de insanların gözünde bir puanım vardır. Ama bendeki özellikler de o kadar zıt kutuplara hitap ediyor ki, mesela birinin hayatına dost olarak gireceksem, kilom (eğer bayan ise sevgilisi veya kocası açısından tehlike oluşturmamam; eğer erkekse kız arkadaşı veya karısı kıskanmayacağı için) artı puan, zekam artı puan, sosyal olmam artı puan, girişkenliğim artı puan aldırarak beni 100 puanlara yaklaştırır. Ancak bana dostluk hanesinde artı puanlar verdiren bu özelliklerim, sevgili sıfatı ile birinin hayatına gireceksem kesinlikle eksi puan olarak algılanır. 100 puan ile başladığım ilk görüşmede kilodan rahat 25 puan kaybederim. 30 puanda zeki olduğum için gider. Zaten otomatik olarak 50 nin altına düştüm işte. Kader, napalım.

Umarım hep 70 in üstünde kalır ve 70 in üstünde insanlarla takılırız.

Bilgen,bunlarıdüşünecekneçokvaktimvarbenim

23 Mayıs 2009 Cumartesi

HUZUR BUDUR KARDEŞİİİMM

Cumartesi gecesi.

Saat 21:00.

Birçoğunuzun villasının bahçesinden büyük olan 40 m2 lik terasımdayım.

Yeni aldığım fıstık yeşili şezlonguma ayaklarımı uzatmışım.

Kucağımda bilgisayarım. Karşıda ışıl ışıl karşı yaka. Işıkların bittiği o karaltı deniz. Ilık bir yaz akşamı. Fıstık yeşili masamda, çekirdek, kola ve çekirdek kabuklarını atmak için aldığım çingene pembesi kova.

Ahmet uyuyor, Elif dedesi ve anneannesi ile Saroz’a gitti.

Uzaklardan köpek havlamaları duyuluyor.

Yazı yazıyorum. En çok sevdiğim şey…

Rüzgârın getirdiği yosun kokusu geldi şimdi burnuma.

Belki 5 dakika sürer, belki tüm gece ama huzur bu işte. Şuan bu keyfi yaşayabildiğim için önce Allah’a, sonrada babama çooooooooooooooook teşekkür ederim.

Bir cumartesi gecesi, terasımdayım, ılık yosun kokulu rüzgar tenimde dans ediyor, karşı yakada ışıklar bana gülümsüyor. Terasımdayım, huzurluyum, minnettarım.

Bilgen,şükraaaannn

Not: Yanımızdaki dubleksimiz de satılık. Haberiniz olaaaa!!!!

(Aaa varles buradan da çekiyormuş. Ee o zaman göndereyim bu keyfi sizlere de, hem de şimdi)

21 Mayıs 2009 Perşembe

Ben Güzelim,İtirazı Olan!!!

Dün akşam adımsayarımı aramak için evi talan ederken, yatağımın altında bir kutu buldum.

Kutunun içinde nerde olduklarını bir türlü bilemediğim ama üşendiğim içinde aramadığım eski resimlerim vardı. Zamanında bunları yıllarına göre sıralamışım.

Bebekliğim, çocukluğum, gençliğim hepsi sıra sıra geçti önümden.

İlkokul sıralarındaki o kırmızı yanaklı şişko kıza baktım. Sonra ortaokulda, lacivert jilenin altına penti44 külotlu çorap giyip, onu da beyaz spor çorapla tamamlayıp, beyaz pumalarını bilekten bağlayan zayıf kısa saçlı kıza baktım. Ne kadar rüküşmüşüm diye geçirdim içimden ve ne kadar zayıfım.

O güzel hatları ortada olan, genç kızı görünce eskiden ne kadar da güzel olduğumu fark ettim. Kendimi güzel hissetmeyip, üzüldüğüm zamanlar geldi aklıma. Yok kardeşim ya, ben güzelim. 60 kilo iken de güzelim 130 kilo iken de güzelim.

Bu sabah bu özgüven ile uyanmamı sağlayan, babasının sadece Kuşadası’nda giymesine izin verdiği mini etek ile sahilde bana gülümseyen o genç kıza ve beni bu kadar mükemmel yarattığı için Allah’a teşekkür ederim J

Özgüvenimiz hiiiç kırılmasın,
Hayırlı cumalar

Bilgen,mihrabyerinde

Not: Şu saat itibariyle 442 adım atmışım.

7 Mayıs 2009 Perşembe

Hata Bende

Geçen gün bir arkadaşımla ilişkiler üzerine konuşuyorduk;
- Çocuklu bir bayan ile asla evlenemem dedi.

Bu cümleyi duyduğum zaman birden aklıma çevremdeki insanların söyledikleri geldi. Şunla olmaz, bunla olmaz vs vs vs.

Benim hiç böyle kıstaslarım olmadı hayatta. Hep “o” insan karşıma çıktığında tüm kıstasların ve engellerin ortadan kalkacağına inandım. Arkadaşlarımın bahsettiği kriterlerin veya engellerin “o” geldiğinden baldan tatlı olacağına inandım.

Bana göre önemli olan onun kilosu, çocukları, malvarlığı değil de, kalbimi çarptırabilmesi, ruhumu tamamlayabilmesi, ellerime yakışan en güzel mücevherin onun elleri olabilmesiydi. Onun gözlerinde kendi yansımamı görebilmem, kalbinde kendi adımı duyabilmemdi önemli olan.

Aslına bakarsanız, belki de bu yüzden benim kozalarımdan hamamböceği çıkıyor, milletinkinden ise ipekböceği.

Napalım Yaradan bizi de böyle aptal sevgi insanı yaratmış.

Hepinize hayırlı cumalar

Keyifli haftasonları

Bilgen,benimhalaumudumvar

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Annemi Ne Kadar Seviyorum?

Elif’e hamile olduğumu anneler gününde öğrenmiştim. Allah tarafından bana verilmiş en güzel anneler günü hediyesi idi.

Daha sonraki zamanlarda, Murat kendi çapında Elif adına bana anneler günü hediyesi alma çalışmalarına girdi. Pek bu konularda başarılı olamamakla birlikte, gene de bir erkek olduğundan ve en azından akıl edebilmiş olduğundan dolayı kendisine teşekkürlerimizi ilettik.

Eğer bir baba iseniz ve çocuğunuz adına karınıza siz hediye alacaksanız, üzülerek söylüyorum ki, bu hediye mutfak robotu veya parfüm olmamalı. Alacağınız hediye, muhakkak mücevher olmalı. İlla pırlanta set alın demiyorum ama yüzük ve küpenin altına inmeyin. İşi sevimli hale getirmek içinde çocuğunuzdan bir sevgi kartı ekleyebilirsiniz. Bir daha tekrarlıyorum; hediye mücevher olmalı.

Eğer kendi annenize hediye alacaksanız da ki ben bu tarz ticari günlere kesinlikle karşıyım, alacağınız hediyenin hiçbir önemi yok. Önemli olan onu düşündüğünüzü belirtecek bir sevgi organizasyonu. Mesela eğer paranız varsa ve anneniz süsü püsü seviyorsa, bir masaj randevusu olabilir, güzellik salonunda sizinle bir gün olabilir. Anneniz dini yönü ağır basan bir bayansa bir hafta sonu Mevlana veya Eyüp Sultan ziyareti olabilir. Para yoksa eğer nefis bir kahvaltı veya ona hiç iş yaptırmadan hazırlayacağınız bir mangal organizasyonu süper olur değil mi?

Eee ne derler bilirsiniz, anneler taş yer, yarımdan beş yer.

Bilgen,şuhayattayaptığımenakıllıcaianneolmak

5 Mayıs 2009 Salı

Hıdırellez Geldii

Yarın 6 Mayıs.

Hıdrellez.

Yani bu gece dilek dileme gecesi.

Adapazarı’nda yaşarken, hıdrellez geceleri pek keyifli geçerdi. Hepimiz sokakta olurduk. Ateş yakılır, bir gurup delikanlı, çevredeki kızlara hava atabilmek için ateşin üzerinden atlarlardı. (Hâlâ ateşin üzerinden atlama ile kızlara hava atma olayını anlayamamışımdır. Sanki daha yükseğe atlayınca daha mı iyi erkek oluyor nedir.)
Genelde elimizde çekirdek olur. Bir yandan ılık rüzgar saçlarımızı yalarken bizde çekirdek çitler, dedikodu yapardık. Ardından herkes gül ağacının altına gider, dileğini ya yazar ya da çizer ve Hızır A.S. dua ederdi.

Artık hayat gailesinden hıdrellezleri bile kaçırır olduk. Oysa ne kadar tatlı bir sohbet ortamıdır o. Çoluk çocuk dışarıdadır. Kahkaha sohbet gırla gider. Kimi zaman muhabbet kesilmesin diye gül ağacının altına gitmeyi bile erteler durur insan.

Ahh ahh.

Yeni evimin bahçesinde de bir sürü gül var, bu gece tek başıma gülün altına inip dünya barışı diliyim bari…
Bilgen,dostluklarıözlüyorum

27 Nisan 2009 Pazartesi

Üç Vakte Kadar

Bilmem dikkat ettiniz mi, hangi falcıya gitseniz, hepsi çok inançlıdır. Allah’tan korkarlar, haramdan korkarlar, yalandan korkarlar.

Falı besmele ile açarlar. Sizin anlamadığınız şekillere, kartlara veya baktığı her neyse uzun uzun bakarlar ve öldürücü cümleyi söylerler;

“Geleceği bir tek Allah bilir ama sen bu ayın 20 de biri ile tanışacaksın. Eğer tanışmazsan bende bu işi bilmiyorum”.

İyi de güzel kardeşim sen bu işi bilmediğini zaten cümlenin başında “yalnız Allah bilir” diyerek söylemedin mi? Bu ne iddia, bu ne güven, bu ne cesaret.

Şu loto trilyonlara vurduğu dönemdi; işinin “danışmanlık” olduğunu söyleyen bir bayan polikliniğe gelmişti sağlık raporu için. Bende kendisine, bana fal bakmasını ama falımda lotonun rakamlarını söylemesini istedim.

- Aaaaa, olur mu öyle şey abla, harama girer, dedi.

Hiç tepki vermedim. Ne de olsa yaptığı meslek dinimizce haram değil ya!!!!

Ee madem geleceği bir tek Allah’ın bilebileceği konusunda hepimiz hemfikiriz, ayrıca fal denilen işin haram olduğu konusunda da hemfikiriz, gittiğimiz “danışman”ın aslında salakça tahminler yapan kişiler olduğu konusunda da hemfikiriz., peki o zaman neden falcıya gideriz? (pardon “danışman”)

Ben kendi açımdan söyleyeyim, inandığımdan ya da dedikleri çıkabileceğinden değil, sadece çevremdeki insanlar dışında, beni hiç tanımayan birlerinin bana bakıp “her şey çok güzel olacak. Gelecek çok parlak” demesi bende terapi etkisi yapıyor. Ayrıca bu terapi, psikologa verilen paradan daha ucuza geliyor. (Hoş bizim poliklinikte psikolog var ve bana beleşJ)

Bilgen,affetYarabbi

Not: Hatırlar mısınız bilmem, Emel Sayın’ın bir şarkısı vardı;
“Falcı bana talihin gülecek dedi
Bir güzeller güzeli gelecek dedi
Her şeyiyle o seni sevecek dedi
Sen göründün güzelim talihim sandım” diye.

23 Nisan 2009 Perşembe

E Bebeğim Eee

Hatırlar mısınız bilmem, daha önceki bir yazımda, kıskandığım 3 şeyi aşağıdaki gibi sıralamıştım.
1) Ancelina Culi
2) Gece sorunsuz uyuyan ve uyanmayan çocuğu olan insanlar
3) İlk aşkıyla evlenenler

1 ve 3 numaralı maddeler hala geçerliliğini tüm hızı ile sürdürmekte. Ben bu aralar ikinci madde ile ilgili kriz içindeyim.

Sosyal bir insan olduğum ve görgü kurallarından anladığımdan olsa gerek insanlar beni evlerine çağırıp, bir fincan kahveyi esirgemiyorlar sağ olsunlar. İşte bu tarz sosyal aktivitelerde görüyorum ki milletin çocuğu pamuk gibi uyuyor.

Ne demek pamuk gibi uyumak? Anne bebeği alıyor, öpüyor ve yatağına koyuyor. Bebek hiçbir dış etkene ihtiyaç duymadan uyuyor. Süper değil mi?

Elif doğduğunda, sağ olsunlar ailem beni yalnız bırakmadılar ve kol kanat gerdiler. Kol kanat gerilmesi çok faydalı ve kesinlikle gerekli bir durumdur ancak bu germe işleminde sizin hayalinizde olmayan bazı şeyler de yaşanabiliyor. Mesela bebeği uyutma durumu. Bizimkiler ayakta sallama yöntemi ile uyuttular Elif’i ve sağ olsun minik cadım da hiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiç kolay uyumaz.

Ahmet doğduğunda evimizde yabancı bir bakıcı vardı ve kimse Elif’i üzmek istemediğinden Ahmet’le ilgilenmiyordu. Ohh dedim, bu sefer çocuğu ayakta sallatmayacağız, yattığı yerde uyuyacak bebek ve şu hayatın bana öğrettiği engin bilgilerden biri de ayakta sallayarak bebek uyutmanın tüm dünyada kullanılan bir yöntem olduğu idi. Ama neyse ki, Allah Ahmet’e tam anlamı ile bütün erkek olma özelliklerini verdiğinden, karnı doyunca yastığı gördü mü uykusu geliyor paşanın.

Ayakta sallamanın nesi bu kadar zor diyebilirsiniz tabi. Bir kere ne hızla başladıysan hep aynı hızla devam etmen gerekiyor. Hızı değiştiği an gözünü açıyor sevgili bebek. Sonra salladığın zeminde çok önemli. Mesela Visco bir yatakta bebek sallamak, bataklıktan çıkmak için çabalamaya benziyor; sen salladıkça batıyorsun, battıkça hızı değiştirmemek için biraz daha çabalıyorsun ve çabaladıkça daha çok batıyorsun. Hadi bunları da geçtim ama asla sabit tutamadığım bacak açısı da çabası. Salladıkça bilekler birbirinden ayrılır. Bileklerini birleştirebilmek için saniyelik bir yastık kaldırıp toparlanma hareketi yaparsın ve bebek yine gözünü açar. En sonunda bebek sallanmaktan aptallaşıp uyuduğunda, senin g.tün uyuşmuş, ayakların ise ağrıdan kıpırdayamaz halde olur.

Ama bu yöntem tüm dünyada kullanıldığına göre belki de ben beceriksizim.

Bilgen,hayırlıcumalar

22 Nisan 2009 Çarşamba

Bir Kitap

Bu aralar şansım yaver gidiyor olacak ki, uzun zamandır dalamadığım kelimeler denizinin ılık ve davetkâr sularında gönlümce kulaç atabiliyor ve satırlarının arasında kendimi kaybettiğim kitaplar bulabiliyorum. Her ne kadar ben okurken biri beni aradığında veya seslendiğindeki haplanmış tarzı ses ve hareketlerim insanları ürkütse de, yine de kelimelerin arasında dans etmek gibisi yok.

Ama gel gelelim ki bazı kitaplar cidden tehlikeli olabiliyor. Mesela bir dönem onuncu gezegen ile ilgili kitaplara dalmıştım ve onuncu gezegen geldiğinde med cezir ile sular yükselecek ve medeniyette ciddi bir yıkım olacaktı. Sürekli yükselecek olan sularda nasıl sevdikleri kurtaracağımı hesaplıyordum. Ama baktım ki sevdiğim insanlar çok fazla ve hepsini kurtarmam imkansız, ben de boş verdim gitti.

Biraz öncede Elif Şafak’ın AŞK isimli kitabını bitirdim. Şunu söyleyebilirim ki, kesinlikle ve kesinlikle evli bayanlara göre değil J

Ama damağımda ve kalbimde bıraktığı lezzet çok davetkar.

Allah geç bulunup, erken yitirilmeyen ölümsüz aşklardan ve gerçek ruhdaşlıktan nasip etsin.

Bilgen,AMİİİİİİİİNNNNNN

21 Nisan 2009 Salı

Daral Daral Daral

Dün o kadar daralmıştım ki, kendimi İstanbul’a attım.

Ya İstanbul baka işte. Havası başka, suyu başka, adamı başka, kadını başka. İnsanların duruşu, oturuşu başka. Hiç bu kadar hasret duymamıştım İstanbul’a, hiç bu kadar İstanbul’da olmak istememiştim…

Sonra arkamı döndüm bir baktım, çooook eski bir dost. Beraber sabahladığımız, iki buzlu kadehi tokuşturduğumuz, kingde ortak olduğumuz, aynı sınavlara çalıştığımız, aynı filmleri seyrettiğimiz, aynı okula gittiğimiz bir dost, geçmişin sıcaklığı ile gülümsüyor bana.

Sımsıkı sarıldım dostuma. Meğer ne çok özlemişim.

Sonra yanındaki ufak yaratığı fark ettim. Bir o yöne bir bu yöne koşan, kızımın beşik kertmesini fark ettim. İkimizde de oluşan bir göaünle çocuk takip etme tikini fark ettim dostumda da.

“Bahar geldi Bilgen, şimdi Taksim’de aval aval gezmek vardı. Çocuğun olması kışın dert değil de baharda zor geliyor” dedi. Oyyyy oyyyyy.

Daraldım daraldım daraldım.

Haydi, kırlara çıkıp, elele tutuşup barış şarkıları söyleyelim.

Ya da beni bırakın artık, ben kırlarda koşayım.

Bilgen,daraldaraldaral

19 Nisan 2009 Pazar

Hayallerime Bir Adım Daha

İnsan bazen önüne gelen kısmetleri net göremez. Çevresindeki insanlar, o kısmetleri görmesi için çabaladıkça, kişi anlamsız bir kaçış yoluna girer. Kimi zaman bu kaçış son bulur ve kısmetin tadı çıkarılır. Kimi zaman ise bir ömür bu kısmet anlaşılamaz ve daha sonra başkaları bu kısmeti kullandığında ise “kısmet değilmiş, napalım” denir ve işin içinden çıkılır.

Bende Amway Network 21 sistemine dahil olmamak için bir yıl direndim. Dahil olduğumda ise, para kazanmamak için 6 ay direndim. En sonunda bir hafta sonu seminerine gittiğimde, her şey dank etti bana, hedeflediğim bir limanım yoktu ki rüzgarlardan yardım isteyeyim. O gün o seminere gelen herkesin ulaşmak istediği bir hayali vardı, ama benim yoktu. İşte bu yüzden de hiçbir şey bana gayret vermiyordu.

Seminerde, 2013 yılına kadar Elmas seviyesine yükselecek olan girişimcilere kazandığı paralar dışında, prim olarak Amway 200.000 Euro vereceğini açıkladı. 200.000 Euro iyi para. Ticaretle uğraşmayan veya devletten ihale alamayan insanların babadan miras kalmadıkça zor görebilecekleri bir para. Ama bende bir kıpırtı yaratmadı o para. Fark ettim ki, benim hayallerim para ile alınmıyor. Ben üst seviyelerde bulunan serbest girişimciler gibi, sahneye çıkmak, nasıl başardığımı anlatmak, alkışlanmak ve hayran olunmak istiyordum.

Hedef koyunca başarmak çok kolay oldu. İçinde bulunduğunuz sistemin ürünleri zaten süper. Ürünler konsantre bitmek bilmiyor, ambalajları doğada 5 yıl içinde kendini yok ediyor, cilt ürünleri dünya markaları arasında ikinci seçilmiş, vitaminlerini tüm doktorlar destekliyor. Eeee, sorun yok o zaman.

Pazar günü seminer vardı.

“Yeni Liderleri sahneye alalım” dediler ve sahneye çıktım. Mikrofonu uzattı bayan ve adımı ve mesleğimi sordu. Söyledim. Bi kapabilseydim mikrofonu nasıl Liderler Kulübüne yükseldiğimi de anlatacaktım ama mikrofonu daha ileri düzeylerde veriyorlarmış.

Demek ki neymiş, daha hedefime ulaşamamışım.

Az kaldı dünya, kolla kendini…

Bilgen,hayalimdekiişibuldumişte.

www.amway.com.tr

17 Nisan 2009 Cuma

Ruhdaşın Var Mı?

Ne zaman bir film seyretsem beni çok etkileyen veya ne zaman satırlarında kendimi kaybedeceğim bir kitap okumaya başlasam, kahramanlardan birini kendim yaparım hep, diğerini ise artık kim uygunsa o.

Okunan kitap veya seyredilen film büyük bir aşkı anlatıyorsa, bende kahramanlardan biri olduğumdan bu aşkın içinde yüzerim hep ve tabi ki o dönem hayatımda olan kişi ise erkek kahraman olarak gözümde büyür de büyür. Ama ne zaman kameralar stop der veya kitabın son yaprağı biter, yeniden sıradan hayatıma dönerim ve acı gerçekleri kabul ederim.

Bu aralar ise hep Sufilik ile ilgili kitaplar okuyorum. Başrolde Rumi ile Şems var. Onların kimsenin açıklayamadığı dostlukları ve Allah aşkı var. Şems ile Rumi, günlerce hiç konuşmadan bir odada oturup ruhani paylaşımlarını yapıyorlarmış. Birbirleri için yapamayacakları şey yokmuş.

Benim de aslında, onun için yapamayacağım şey olmayan birçok dostum var. Ama konuşmadan anlaşmak, ruhdaş olmak dediğin zaman iş değişiyor. Benim de bu yolda ilerleyen bir dostluğum var, hatta ona kimi zaman “gel, seninle deniz kenarına gidip, susup denizi seyredelim” derim.

Susarak anlaşmak, bir bakıştan, bir hareketten kompozisyonlar yazmak, kendini bildiğin gibi onu bilmek gerçekten çok güzel bir duygu. Ama korkutucu da.

Çünkü dostluk o kadar derin bir duygu ki, aşka benzemiyor. Aşk gibi gelip geçmiyor. Her geçen biraz daha derinleşiyor ve seni serin sularıyla dinginleştiriyor. Ne onsuz içilen çay zevk veriyor, ne de seyredilen film. Gerçekten diğer yarın oluyor ve eğer bir gün giderse, yarını da alıp gidiyor.

Benim dostluğum da bu aşamalara gelir mi,
Ya da gerçekten hayatta ruhdaşlık var mı?

Bir hırka, bir tespihle ömür geçer mi?

Bilgen,avucumdakisubuyangınlarısöndürmeyeyetmez

Hayır Olsuuunn

Bugün günlerden Cuma.

Hava güneşli.

Umarım bu hafta sonunu, çimenlerin üzerine koyduğum şezlonguma uzanarak kitabımın satırlarında kaybolur, gece de gündüz dinlendiğim için gezip tozup, ılık bahar havasını ciğerlerime çekerek geçiririm.

Bugün Cuma.

Günlerin en hayırlısı.

Dilek kapılarının açık olduğu bir gün.

Hayırlı cumalar.

Bilgen,tanrıdandiledimbukadardilek