24 Mayıs 2015 Pazar

Patlayan Balonlar


Tabiri caizse yaptığım iş gereği bir unvan vermek gerekirse bizlere kişisel gelişimci diyorlar. Oysa benim tek yaptığım kendimi fark etmem. Sinema perdesindeki yansımalarıma bakıp, kendi yazdığım oyunumu seyretmek. Beğenmediğim sahneleri yeniden yazmak, oyuncularımı düzenlemek. Yani tüm işim kendimle. Bu sırada yönetmenliğimizden ya da senaryomuzdan etkilenip de kendi filmlerinde değişiklik yapmak isteyenlere de kendi filmimi nasıl değiştirdiğimi anlatıyorum.

Benim filmimin iki başrol oyuncusu var. Bu iki oyuncu, dünyanın en tecrübeli oyuncuları. Hatta o kadar tecrübeliler ki yönetmen ben olmama rağmen, gerektiğinde beni bile aydınlatıyorlar.

Mesela 5 dakika önce şöyle bir diyalog geçti oyuncumla aramda;

-          Anne sen kedileri neden sevmiyorsun?

-          Sevmiyor değilim tatlım

Gözlerini devirerek;

-          Biliyorum biliyorum, nefesten önce bir km2 içinde kedi olsa kaşınır, gerilir, ortamı terk ederdin. Şimdi sadece garipsin. Bunları biliyorum da ne oldu da sevmiyorsun.

-          Offf Elif, kaç kere anlattırdın. Ben lisedeyken büyük çöp kovasına çöpü atmamla kedi üstüme atladı ve o günden sonra kedi türü ile aramız açıldı.

-          Anne, ben biraz önce balon şişirdim. Hatta şişirirken balon patladı. O kadar çok korktum ki iki dakika kalbimin çarpmasından etrafı duyamadım. Sonra yeniden balonları şişirmeye devam ettim. Şimdi bir balon patladı diye artık balonları sevmemeli miyim?

-          Yani ne demeye çalışıyorsun Elif?

-          Bence senin kedileri sevesin yokmuş


Gülümsedim. Bazen kim koç kim ayna kim rehber bilemiyorum. Geçmişte yaşadığımız acıların veya üzüntünün bizi nasıl kısıtladığını hepimiz bir şekilde fark ediyoruz. Arkasına sığındığımız ise bu farkındalık. Ben kedi üstüme atladı da sevmiyorum diyorum. Hepimiz hala karşımızdakini suçluyoruz. Tamam o senin üstüne atladı, korktun. Her acı/korku/üzüntü sonrasında iki seçeneğimiz var; ya o olaya sımsıkı sarılır kendimizi durdururuz ya da olan oldu der yolumuza devam ederiz. Yaşanan olay evrenin sorumluluğunda olabilir ama bu olaydan çıkaracağın ders ve seçeceğin yol sadece senin sorumluluğunda.

Şükürler olsun ki ne kadar patlarsa patlasın balonları seven bir kızım var.

Bilgen,themelek

10 Mayıs 2015 Pazar

Vardır Bir Bildiği


Bir  sene uğraştım Elif’e hamile kalmak için. Doktor bir sorun olmadığını, kafayı takmamam gerektiğini söylüyordu. O her kafana takma dediğinde, ben daha fazla takıyordum. O dönem yine benim gibi çocuk sahibi olmaya çalışan bir arkadaşım vardı. Beraber internetten araştırmalar yapıyorduk. Almanya’dan tükürük çubukları, Japonya’dan ısı ölçerler filan getirtmiştik. Gebe kalımı ve kadın metabolizması ile ilgili bir doktor kadar bilgiliydim.

Doktor en sonunda nasıl bir ruh hastası olduğumu anladı demek ki, bir sene içinde hamile kalmazsam tedavi ihtimalini düşünebileceğimizi söyledi ve ben kocaman bir “oh” çektim. Yani bir ay daha bekleyecek sonra tedaviye başlayacaktık. Çok rahatlamıştım.

2005 mayısı, anneler günüydü. Rukiye ile Özden’in nikahı için hazırlanıyordum. Nikahtan sonra annemlere uğrayacaktık. Gözüm gebelik testine ilişti. Rimel sürmekle testi yapmak arasında gittim geldim. (Düşün ne kadar takıntılıyım, makyaj dolabımda ojeden çok gebelik testi var)

Makyajımı bitirdim. Nasıl olsa negatif ama alışkanlık işte deyip testi yaptım. Sonucun olumsuzluğundan o kadar emin ki tezgahın üzerinde bıraktım. İşlerimi hallettim. Üstümü giyindim. Ayakkabımı seçtim, Murat’a hala kalkamadı diye söylendim ve en son banyoya girip ellerimi yıkarken teste gözüm ilişti; çift çizgi/pozitif.

O an anladım ki neye takarsam olmuyor. Ne kadar kafam rahatsa hayat bana o kadar fazla veriyor neye ihtiyacım varsa. Ben ne kadar çırpınırsam çırpınayım olması gerektiği zamanda oluyor. Tek yapmam gereken kafamı sakin tutmak, yoluma devam etmek.

Hiç beklemediğim bir anda evliliğimiz belki de 2 yıl daha devam edebilmesi için Ahmet doğdu. Bu evlilik belki de o tarihe kadar devam etmeliydi Ahmet’in doğması için.

Bunların hiçbiri bizim bulunduğumuz yerden tablonun tümünü görüp yorumlayabileceğimiz durumlar değil maalesef. Bir laf vardır, güvenmek demek, “o asla böyle bir şey yapmaz” demek değildir. Güvenmek demek “yaptıysa vardır bir bildiği” demektir. Ben şimdi arkama yaslanıyorum ve Yaradan’a güveniyorum.

Beni anneliğe seçtiyse, ilkinde o kadar uğraştırıp, ikinci de hop diye verdiyse. Bu çocukları bu koşullarda yetiştirmemi istediyse ve ilerde her ne olacaksa, vardır bir bildiği. Ben sadece şükrediyorum.

Bilgen,anne

#bilgenaslan

5 Mayıs 2015 Salı

DÖRTTE DÖRT

Bundan 12 sene önce, daha o zamanlar blog yok facebook yok. Mail atabiliyoruz birbirimize ve buna bile süper kolaylık diyoruz. Ben yine küçük küçük yazılar yazıyorum, mail gurubuma atıyorum.
Bir Hıdırellezdi. İsteklerimizle ilgili bir yazı yazmıştım. Babam yazıma cevap olarak “sen isteklerini yaz benim cebime koy, ben hallederim” diye yazıp yollamıştı bana. Ben bu cevabı görünce ağladım tabi mutluluktan. İnsanın arkasında ne olursa olsun mutluluğu için duran bir babanın olması kadar güven verici bir şey daha yok.
Bu Hıdırellez de aklıma babamın bu mesajı geldi. Gülümsedim. Harika bir babam var. Ayrıca dünyanın en harika erkek evladına da sahibim. Biraderim de soğuk durur ama bilirim ki gözümden bir damla yaş aksa, yaşın kaynağını bulup kurutur. Eeee ne kaldı? Aşk, sevgili, koca, eş; onun adı her ne ise bir o adam kaldı.
Acaba Yaradan “size 4 erkek tanımlıyorum ve bunlarda ¼ yakalarsan idare et; 2/4 yakalarsan şükret; ¾ kaymaklı ekmek kadayıfı; 4/4 ise zor be güzelim” mi diyor!!!
Dört erkek branşında da dördü bulmak imkansız mı?
Ama ben kendimi biliyorsam; zoru hemen yaparım, imkansız zamanımı alır.
Allah’ın da kaynakları sonsuz. İste vereyim diyor. E o zaman 4/4 için isteyeceğiz demek ki.
Benim bu sene ki Hıdırellez niyetim belli DÖRTTE DÖRT!!!
Darısı başınıza;

Bilgen;dörtdörtlük