24 Mayıs 2015 Pazar

Patlayan Balonlar


Tabiri caizse yaptığım iş gereği bir unvan vermek gerekirse bizlere kişisel gelişimci diyorlar. Oysa benim tek yaptığım kendimi fark etmem. Sinema perdesindeki yansımalarıma bakıp, kendi yazdığım oyunumu seyretmek. Beğenmediğim sahneleri yeniden yazmak, oyuncularımı düzenlemek. Yani tüm işim kendimle. Bu sırada yönetmenliğimizden ya da senaryomuzdan etkilenip de kendi filmlerinde değişiklik yapmak isteyenlere de kendi filmimi nasıl değiştirdiğimi anlatıyorum.

Benim filmimin iki başrol oyuncusu var. Bu iki oyuncu, dünyanın en tecrübeli oyuncuları. Hatta o kadar tecrübeliler ki yönetmen ben olmama rağmen, gerektiğinde beni bile aydınlatıyorlar.

Mesela 5 dakika önce şöyle bir diyalog geçti oyuncumla aramda;

-          Anne sen kedileri neden sevmiyorsun?

-          Sevmiyor değilim tatlım

Gözlerini devirerek;

-          Biliyorum biliyorum, nefesten önce bir km2 içinde kedi olsa kaşınır, gerilir, ortamı terk ederdin. Şimdi sadece garipsin. Bunları biliyorum da ne oldu da sevmiyorsun.

-          Offf Elif, kaç kere anlattırdın. Ben lisedeyken büyük çöp kovasına çöpü atmamla kedi üstüme atladı ve o günden sonra kedi türü ile aramız açıldı.

-          Anne, ben biraz önce balon şişirdim. Hatta şişirirken balon patladı. O kadar çok korktum ki iki dakika kalbimin çarpmasından etrafı duyamadım. Sonra yeniden balonları şişirmeye devam ettim. Şimdi bir balon patladı diye artık balonları sevmemeli miyim?

-          Yani ne demeye çalışıyorsun Elif?

-          Bence senin kedileri sevesin yokmuş


Gülümsedim. Bazen kim koç kim ayna kim rehber bilemiyorum. Geçmişte yaşadığımız acıların veya üzüntünün bizi nasıl kısıtladığını hepimiz bir şekilde fark ediyoruz. Arkasına sığındığımız ise bu farkındalık. Ben kedi üstüme atladı da sevmiyorum diyorum. Hepimiz hala karşımızdakini suçluyoruz. Tamam o senin üstüne atladı, korktun. Her acı/korku/üzüntü sonrasında iki seçeneğimiz var; ya o olaya sımsıkı sarılır kendimizi durdururuz ya da olan oldu der yolumuza devam ederiz. Yaşanan olay evrenin sorumluluğunda olabilir ama bu olaydan çıkaracağın ders ve seçeceğin yol sadece senin sorumluluğunda.

Şükürler olsun ki ne kadar patlarsa patlasın balonları seven bir kızım var.

Bilgen,themelek

10 Mayıs 2015 Pazar

Vardır Bir Bildiği


Bir  sene uğraştım Elif’e hamile kalmak için. Doktor bir sorun olmadığını, kafayı takmamam gerektiğini söylüyordu. O her kafana takma dediğinde, ben daha fazla takıyordum. O dönem yine benim gibi çocuk sahibi olmaya çalışan bir arkadaşım vardı. Beraber internetten araştırmalar yapıyorduk. Almanya’dan tükürük çubukları, Japonya’dan ısı ölçerler filan getirtmiştik. Gebe kalımı ve kadın metabolizması ile ilgili bir doktor kadar bilgiliydim.

Doktor en sonunda nasıl bir ruh hastası olduğumu anladı demek ki, bir sene içinde hamile kalmazsam tedavi ihtimalini düşünebileceğimizi söyledi ve ben kocaman bir “oh” çektim. Yani bir ay daha bekleyecek sonra tedaviye başlayacaktık. Çok rahatlamıştım.

2005 mayısı, anneler günüydü. Rukiye ile Özden’in nikahı için hazırlanıyordum. Nikahtan sonra annemlere uğrayacaktık. Gözüm gebelik testine ilişti. Rimel sürmekle testi yapmak arasında gittim geldim. (Düşün ne kadar takıntılıyım, makyaj dolabımda ojeden çok gebelik testi var)

Makyajımı bitirdim. Nasıl olsa negatif ama alışkanlık işte deyip testi yaptım. Sonucun olumsuzluğundan o kadar emin ki tezgahın üzerinde bıraktım. İşlerimi hallettim. Üstümü giyindim. Ayakkabımı seçtim, Murat’a hala kalkamadı diye söylendim ve en son banyoya girip ellerimi yıkarken teste gözüm ilişti; çift çizgi/pozitif.

O an anladım ki neye takarsam olmuyor. Ne kadar kafam rahatsa hayat bana o kadar fazla veriyor neye ihtiyacım varsa. Ben ne kadar çırpınırsam çırpınayım olması gerektiği zamanda oluyor. Tek yapmam gereken kafamı sakin tutmak, yoluma devam etmek.

Hiç beklemediğim bir anda evliliğimiz belki de 2 yıl daha devam edebilmesi için Ahmet doğdu. Bu evlilik belki de o tarihe kadar devam etmeliydi Ahmet’in doğması için.

Bunların hiçbiri bizim bulunduğumuz yerden tablonun tümünü görüp yorumlayabileceğimiz durumlar değil maalesef. Bir laf vardır, güvenmek demek, “o asla böyle bir şey yapmaz” demek değildir. Güvenmek demek “yaptıysa vardır bir bildiği” demektir. Ben şimdi arkama yaslanıyorum ve Yaradan’a güveniyorum.

Beni anneliğe seçtiyse, ilkinde o kadar uğraştırıp, ikinci de hop diye verdiyse. Bu çocukları bu koşullarda yetiştirmemi istediyse ve ilerde her ne olacaksa, vardır bir bildiği. Ben sadece şükrediyorum.

Bilgen,anne

#bilgenaslan

5 Mayıs 2015 Salı

DÖRTTE DÖRT

Bundan 12 sene önce, daha o zamanlar blog yok facebook yok. Mail atabiliyoruz birbirimize ve buna bile süper kolaylık diyoruz. Ben yine küçük küçük yazılar yazıyorum, mail gurubuma atıyorum.
Bir Hıdırellezdi. İsteklerimizle ilgili bir yazı yazmıştım. Babam yazıma cevap olarak “sen isteklerini yaz benim cebime koy, ben hallederim” diye yazıp yollamıştı bana. Ben bu cevabı görünce ağladım tabi mutluluktan. İnsanın arkasında ne olursa olsun mutluluğu için duran bir babanın olması kadar güven verici bir şey daha yok.
Bu Hıdırellez de aklıma babamın bu mesajı geldi. Gülümsedim. Harika bir babam var. Ayrıca dünyanın en harika erkek evladına da sahibim. Biraderim de soğuk durur ama bilirim ki gözümden bir damla yaş aksa, yaşın kaynağını bulup kurutur. Eeee ne kaldı? Aşk, sevgili, koca, eş; onun adı her ne ise bir o adam kaldı.
Acaba Yaradan “size 4 erkek tanımlıyorum ve bunlarda ¼ yakalarsan idare et; 2/4 yakalarsan şükret; ¾ kaymaklı ekmek kadayıfı; 4/4 ise zor be güzelim” mi diyor!!!
Dört erkek branşında da dördü bulmak imkansız mı?
Ama ben kendimi biliyorsam; zoru hemen yaparım, imkansız zamanımı alır.
Allah’ın da kaynakları sonsuz. İste vereyim diyor. E o zaman 4/4 için isteyeceğiz demek ki.
Benim bu sene ki Hıdırellez niyetim belli DÖRTTE DÖRT!!!
Darısı başınıza;

Bilgen;dörtdörtlük

28 Mart 2015 Cumartesi

İşte Buldum


Bana bel fıtığı teşhisi konulduğundan beri herkes sağ olsun kendi tecrübesinden yola çıkarak bana yol gösteriyor.

Mesela Meral’im bana enerji seansı yapıp, sonra da bazı fizik hareketleri gösterdi. Doktor arkadaşlarım ilaçlarımı kontrol edip dozlarını ayarladılar. Sevgili ortağım beni Orhangazi’nin bir köyüne götürüp orada belimi çektirdi (ki bu apayrı bir yazı konusu ama “sakın yazıp da internette rezil etme bizi” dedi diye yazmıyorum.) Çocukların yüzme hocası olan güzel, zayıf ve alımlı Alev de bana bel fıtığı için yüzmenin ne kadar iyi geldiğini anlattı. Ben pek Alev’i takmamıştım ne de olsa hem zayıf hem güzel ama nefestaşım Meral ve Şafak yüzmenin onların bel fıtığına iyi geldiğini söyleyince Evren’in bana “hareket et” mesajını yüzme olarak değerlendirdim.

Gittim Sporium’a yazıldım. Alev havuzun dışında, ben havuzun içindeyim.

-          Şimdi Bilgen Hanım, derin bir nefes alıp dalıyoruz ve aldığımız nefesi hem ağzımızdan hem burnumuzdan veriyoruz.

Nasıl yaaa!!! Deniyorum olmuyor. 5 yıldır insanlara ağzınızdan alın ağzınızdan verin nefesi deyip durmuşum, demo yapmışım, seans yapmışım. Olmuyor. Olmuyor. Olmuyor.

Ama oldu.

Sonra sırt yüzdürdü.

Sonra düz yüzdürdü.

Böyle böyle yüzüyorum işte. Yüzmemek için bahaneler üretiyorum. İş çıkarıyorum, hastalık çıkarıyorum, çocukları bahane ediyorum. Homurdanıyorum. Söyleniyorum. Ama yine de gidiyorum.

Neden mi?

Çünkü suyun içinde bedenim o kadar hafif ki!!! O kadar rahat hareket ediyorum ki, sanki et yığınından değil pamuktan yapılmışım. Zıplayabilirim, koşabilirim, uçabilirim.

Yüzme bittiğinde havuzun merdivenlerinden bir çıkışım var, aman Allah’ım, sanki birden omuzlarıma 1000 ton koyuyorlar. O kadar zorlanarak çıkıyorum ki.

Bu süreçleri yaşarken fark ettim ki; zayıflama sürecimde zihnimde oluşturduğum bir ideal beden vardı ama o bedenin bana hissettirttiği his yoktu. Bu sabah yüzerken o hissi anladım. Hafif olmak.

Şimdi biliyorum ki zayıflama sürecim hızlanacak çünkü artık NE İSTEDİĞİMİ TAM OLARAK BİLİYORUM.

Bilgen,ohaldevarım

9 Mart 2015 Pazartesi

FITIK ETTİN BENİ!!!

-          Fıtık, dedi.
Bedenimde oluşmuş fıtığın oluşumunu kabul edemeyen gözlerle doktora baktım.
-          Fıtık derken? Dedim
-          Yani belinizde iki adet fıtık var, dedi.
Benim gözlerimdeki kabul edemeyen bakış yerini, meraka bıraktı. Fıtık mı? Bir insan neden fıtık olur ki? Tamam şuan fıtık denildiğinde, beni fıtık etmiş olabilecek bir grup insan ve olay gözümün önünde canlandı ama ben GERÇEKTEN neden fıtık olduğumu merak ediyordum.
-          Sizce neden olmuş olabilir? Dedim.
Arkama yaslandım ve doktor hanımın bana yapacağı uzun açıklamayı beklemeye başladım. Parmaklarıyla mausu itti. O da arkasına yaslandı ve tam gözlerimin içine baktı;
-          Çünkü kilolusunuz.
Bu mu? “KİLOLUSUNUZ”. Cevap bu mu? Kilosu olup fıtık olmayan bir sürü insan varken, nasıl benim masum, sevgidolu fıtığımı buna bağlar. Sanki odaya girdiğimizde bize bakıyor; “hmmm bu şişman, ne çıkarsa kilodan” diyeyim diyorlar. Daha hiç doktor görmedim ki, kilolu birini görüp, “kilo bir etken ama şundan da bu rahatsızlığa yakalanmış olabilirsiniz” desin. Başka hiçbir etken araştırılmasın; işte cevabı bulduk; KİLO. Ayrıca ben hangi fiziksel koşuldan oluştuğunu sormuyorum ki, hangi psikosomatik sebepten fıtık olduğumu soruyorum. Karşımdaki genç bayan doktora bir şans daha vermek istedim.
-          Sebebin sadece bu olduğundan emin misiniz? Dedim.
“Daha nasıl bir sebebe ihtiyacın var ki???” der gibi baktı ve anatomik yapım üzerindeki omuriliğe binen yük miktarından filan bahsetti ama ben pek oraları dinlemedim.
4 yıldır NEFES’in içindeyim ve var olan hastalıklarımın altında yatan düşünceyi temizlediğimde nasıl yok olduklarını gördüm. İlk zamanlar sevgili Nevşah’a “şu hastalığım var”, “böyle bir semptom var” gibi cümleler söylediğimde, Nevşah bana önce hangi bölgemizde nefesi limitlediğimizi anlatır, sonra da buradaki düşüncemizden bahsederdi. Tabi ben doktor kızı olarak Nevşah’ı takar mıydım? Takmazdım. Onu takmıyor olmamı Nevşah takar mıydı? Takmazdı. Böyle takmaya takmaya baktım ki, kadın doğru söylüyor. Peki bunu ona söyledim mi hiç? Tabi ki hayır J
Sevgili doktorumdan çözmem gereken düşünce yumağının cevabını alamayınca, Nevşah’ın kitabını açtım. Şu son bir yılda ne yaşamışsam kadın yazmış. Mesajımı aldım.
Tabi ki, evrenin bize mesajları sadece Nevşah tarafından verilmiyor. Doktorun ağzından çıkan her cümlede evrenin bana mesajı; “omuriliğin artık bu yükü kaldıramıyor” dedi. Sen yükü ister kilo olarak gör, ister düşünce olarak; zaten hepsi birbiriyle iç içe.
O içimdeki büyük bilgeye sordum, yüklerimden kurtulmak için neye ihtiyacım var, diye. Cevap verdi;
HAREKET ET
E, hadi o zaman!!!

Bilgen,dehadi

28 Şubat 2015 Cumartesi

Katranı Kaynatsan Olur Mu Şeker?

Her sabah çocukları okula bırakıyorum. Her sabah okuldaki Müdür Babaanne dedikleri hanım kapıda bekliyor çocukların hepsini. Benimkiler girerken de Ahmet’in önce bir yakasını, sonra paçalarını, sonra da açık çantasını severek düzeltiyor, yanaklarını sıkıyor, öpüyor okula öyle sokuyor.
Yine aynı çocuklara her akşam ben diyorum ki,
-          evladım çantanızı akşamdan toplayın
-          giysilerinizi çıkarıp atmayın, katlayıp koyun
-          yediğiniz çikolatanın ambalajını sehpaya bırakmayın çöpe atın
-          oğlum çantanın fermuarını kapat, öyle okula mı gidilir
-          bence biraz da sebze yemelisiniz.

Peki ne oluyor? Hiçbir şey.
Çünkü bu saydıklarımın hiçbirini ben yapmıyorum. Çocuklara çantanızı akşamdan toplayın diyorum ama benim bilgisayar masada dağınık halde yatağa gidiyorum ve her sabah onların gözü önünde apar topar çanta topluyorum
Filmin en heyecanlı yerinde de yediğim şeyi mutfağa bırakacaksak bu ortaya koyduğumuz koca sehpayı neden aldık.
Kendimi bildim bileli bana derler ki, şu çantanın ağzını kapat, her şeyin ortada, çalınacak birgün.
Hep unuttuğumuz bir şey var ki, çocuklar sözle değil, gözle öğreniyorlar. Ne görürlerse onu yapıyorlar. Sen fareden korkuyorsun diye korkuyor çocuk fareden. Sen televizyon izlemek dışında bir şey yapmadığın için o da televizyondan başka dünya yok zannediyor. Onlar bizden çok daha akıllı ve sağduyulu.
Kendinden ilham al. Sen sigara içen bir göğüs hastalıkları uzmanının sigara içme önerisini ne kadar dinlersin yada şişman bir diyetisyene gider misin? Sen “evladım televizyon seyredeceğine, kitap oku” dediğinde çocuk sana bakıyor. Sen neden okumuyorsun? O da diyor ki zaten bu kadar iyi bir şey olsa önce sen yapardın. Çünkü çocukların dünyasında bizimkisi kadar egosal çıkarlar yok. Onlar olaya düz bakıyor. “yemedim yedirdim”, “ben senin için yaşıyorum” gibi cümleleri anlamıyorlar. Onlar “benci”ler; iyi olsa kendime yaparım; çünkü ben fayda görürsem sana faydam olur, zihniyetindeler. Senin neden kendini feda etme dürtüsünde olduğunu anlayamıyorlar. MADEM BU KADAR İYİ VE DOĞRU O ZAMAN SEN YAP, gibi düz ve süper bir mantıkları var.
Sen neysen çocuğun o.
İyi bir şeyler vermek istiyorsan evladına, önce kendine vereceksin. Zamanı geldiğinde o senden görüp alacak zaten.

Bilgen,theanne

19 Şubat 2015 Perşembe

TİBET'İN GENÇLİK PINARI

TİBET'İN GENÇLİK PINARI 5 HAREKETİBaşlangıçta her hareketin 3 kere yapılması tavsiye ediliyor. Daha sonra her hafta tekrar sayısını 2 şer artırarak 21 tekrara ulaşana kadar artırmaya devam edin.
Yani 2.hafta her hareketi 5 kere, 3. hafta 7 kere, 4. hafta 9 kere ve bu şekilde artırmaya devam edin. 10 hafta sonra her hareketi 21 kez yapabilir 
duruma geleceksiniz.
Bu 5 hareketi tamamladıktan sonra ılık veya serin su ile duş almanız tavsiye ediliyor. Ancak asla soğuk su ile yıkanmayın.


1. HAREKET

Kollarınızı omuzlarınızın hizasından yere yatay durumda açarak dik durun. Başınız hafifçe dönene kadar saat yönünde kollarınız açık dönün. Dönüşlerinizin sayısını yavaşça 1'den 21'e kadar arttırın.
Nefes alıp verme: Dönüşlerinizi yaparken karnınızdan derin bir şekilde nefes alıp verin.



Faydaları: Dolaşımı geliştirerek varisli damarlar, osteoporoz ve bas ağrılarına iyi geliyor. Her gün yapmak tüm bedeni gençleştiren bir süreci başlatabilir.

2. HAREKET

Sırtüstü olarak yere yatın. Kollarınızı, avuçiçleriniz yere bakar şekilde, parmaklar kapalı, iki yanınıza uzatın. Çenenizi göğsünüze gömecek şekilde başınızı yerden kaldırın. Bunu yaparken bacaklarınızı, dizlerinizi kırmadan dümdüz yukarı kaldırın. Hatta mümkünse başınıza doğru çekin. Bu arada dizleri kırmamalısınız. Sonra yine ağır ağır dizlerinizi kırmadan bacaklarınızı ve başınızı yere doğru indirin. Kaslarınızı gevşettikten sonra yeniden harekete başlayın.

Nefes: Başınızı ve bacaklarınızı kaldırırken derince nefes alın, indirirken verin.



Faydaları: Tiroit bezi, böbreküstü bezleri, böbrekler, sindirim organları ve prostat ile rahmi de içine alacak şekilde cinsel organlar ve bezler üzerinde onarıcı bir etkisi var. Arterit, osteoporoz, düzensiz regller, menopoz semptomları, sindirim ve bağırsak sorunları, sırt ağrısı, bacak ve boyunlardaki sertliğe iyi geliyor.

3. HAREKET

Bedeniniz dik duracak şekilde dizlerinizin üzerine oturun. Ellerinizi baldır kaslarınızın üzerine yerleştirin. Çeneniz göğsünüze değecek şekilde başınızı ve boynunuzu öne doğru sarkıtın. Ardından bel kemiğinizi mümkün olduğunca geriye doğru yaylandıracak şekilde başınızı ve boynunuzu geriye doğru sarkıtın. Bu egzersiz boyunca ayaklarınız yere dik, ayakparmakları nız kıvrık durmalı. Geriye doğru yaylandıkça el ve kollarınızla baldırlarınızdan güç alacaksınız. Mümkün olduğunca geriye doğru yaylandıktan sonra bedeninizi doğrultun ve harekete baştan başlayın. 

Nefes: Omurganızı yaylandırırken karnınızdan derin bir nefes alıp, doğrulurken nefesinizi verin.



Faydaları : İkinci gibi üçüncü de tiroit bezlerini, böbreküstü bezleri, böbrekleri, sindirim sistemi organlarını ve prostat ile rahmi de içine alarak cinsel organları gençleştiriyor. Menopoza girmiş ve düzensiz veya tembel regl dönemleri geçirme eğilimindeki kadınlar için özellikle iyi.

4. HAREKET

Ayaklarınız arasında biraz mesafe bırakıp bacaklarınızı dümdüz öne uzatarak yere oturun. Gövdesiniz dik dururken, ellerinizi avuçiçleriniz yere bakacak şekilde kalçalarınızın iki yanına koyun. Çeneniz göğsünüze değecek şekilde, başınızı öne doğru sarkıtın, ardından başınızı mümkün olduğunca geriye doğru sarkıtırken kollarınızdan kuvvet alarak kalçalarınızı havaya kaldırın. Gövdeniz havada, kollarınız dimdik, dizleriniz 90 derece kırılmış dururken bedeninizdeki tüm kasların kasıldığını hissedin. Başlangıçtaki oturur pozisyona dönerken kaslarınızı da gevşetin. Tekrarlamadan önce biraz dinlenin.

Nefes: Gövdenizi kaldırırken derin bir nefes alın, kaslarınızı sıkarken nefesinizi tutun, yere inerken nefesinizi bırakın.



Faydaları: Tiroit bezi, sindirim sistemi, prostat ile rahmi de içine alacak şekilde cinsel organları ve bezleri dolaşım ve lenfatik akış üzerinde canlılık veren bir etkisi var. Karın bölgesini, uylukları, kolları ve omuzları güçlendirir. eğer sinüs tıkanıklığınız varsa bu hareketin burun deliklerinizi açtığını da fark edebilirsiniz. 

5. HAREKET

Yüzükoyun yere uzanın. Hareket boyunca yere koyduğunuz ellerinizden ve ayak parmaklarınızdan güç alacaksınız. Gövdeniz bir sarkma pozisyonu alacak şekilde kollarınız yere dik dururken, omurganızı öne doğru yaylandırarak başlayın. Bir yandan da başınızı mümkün olduğunca geriye doğru sarkıtın. Ardından ayaklarınızı yere tam basarak kalçanızı yukarıya doğru çekin, bedeniniz ters bir V şeklinde dururken çenenizi de göğsünüze doğru çekin. Sonra tekrar kalçanızı yere doğru sarkıtıp sırtınızı yaylandırın.

Nefes: Bedeninizi yukarı doğru çekerken derin bir nefes alın, aşağı inerken nefesinizi bırakın.




Faydaları: bağışıklık sistemi üzerinde olumlu etkisi olan dolaşım ve lenfatik akışın geliştirilmesine yardımcı olur. Derin soluk alıp vermeyi, enerji ve canlılığı uyarır. Diğer hareketlerde olduğu gibi özellikle menopoz ve düzensiz regl dönemleri semptomlarını hafifletiyor.

29 Ocak 2015 Perşembe

İşte Bu

Sene 2012. Nefes koçluğunun ikinci bölüm eğitimi için Çeşme’deyim. Ortağım aradı ve dönüşe rezervasyon yaptırma, ben almaya geleceğim seni,dedi.
Eğitimin son günü ortağım geldi. Arabaya bindik, kemerleri bağladık. Çıktık yola.
İzmir’e geldik. Benim ortak, baktım Kocaeli yoluna değil, İzmir’in derinliklerine gidiyor.
-          Hayırdır, dedim
-          Sana bir şey göstereceğim, dedi.
Hava sıcak, trafik berbat, ben yorgunluktan ölüyorum ama ortak bişey gösterecek diye, sesimi çıkarmadan oturuyorum arabada. Ana yol bitti, artık mahalle arasında ilerliyoruz. Mahalle arası bitti, sanayide ilerliyoruz. Bu arada iki de bir de durup yol soruyoruz. Caddeler, sokaklara, sokaklar tek araç geçebilir mahalle arası yollara döndü. Evler gecekondu oldu. Çocuklar sokakta oynar oldu. İzmir’in meşhur kızlarının olduğu yerden çıktık, Ankara’ya sanayiye geldik sanki.
Bir mahalle bakkalının önünde durduk. Arabadan indi. Ben yine yol soracak diye bekliyorum. Geldi kapımı açtı.
-patron insene, dedi.
İndim.
-          Eee nasıl buldun? Dedi.
Etrafıma baktım. Sanayi arkası bir mahalle, eski evler, köşede sinekli bakkal, evlerin arasında kalmış 100m2 hurdalık bir arazi, arazide top oynayan çocuklar. Beynim hem sıcaktan hem de “nasıl buldun” gibi bir yorum sorusuna cevap verme gayreti ile çabalamaktan yandı. Neyi nasıl buldum, diye etrafıma bakınıyorum. Gözüm benim ortağa ilişti. Askerden yeni dönüp otobüsten  inip, daha mahalleye girer girmez, sevdiği kızı gören aşık erkek heyecanı ve gözlerinde ki o parıltı ile birşeye bakıyor. Onun baktığı yere bakıyorum; hiçbirşey yok.
Ceylan gibi sekerek yolun karşısına geçti. Çocukların top oynadığı otlu arazide duran tekerlekleri olmayan otobüsün arkasında gözden kayboldu. Bekledim. Gelmedi. Sırf merakımdan peşinden gittim.
Bişeyin karşısına geçmiş, hayranlıkla seyrediyor. Baktığı şeye baktım. Takriben 30 sene evvel taşıt olarak kullanılan ama şuan tekerlekleri sönmüş, içinde koltuk kalmamış, kaputunda bahar bahçe olmuş bir arabaya bakıyor.
-          Mükemmel di mi?, dedi
Delirdi bu adam diye düşündüm. Bir yandan o hurdanın etrafında dönüp duruyor, bir yandan bana sürekli anlatıyor;
-          Patron biliyorum şimdi gözün korktu ama arabada valla bir şey yok. Hem bu araba 62 model  ve Türkiye’de tek.  Bak direksiyondan vitesli. Bundan başka yok. Bunu sanayiye çektiririz. Rengini krem yapıcam, içine haki renk koltuk koyarız. Arka amblemi düşmüş ama dert değil, bulurum. Düşün bak. Ahmet’in sünnetinde Ahmet’i bununla gezdiririz. Bak bir kullan bunu, keyfini anlayacaksın.
Ve vazgeçmedi. Onu İzmir’den İzmit’e getirtti. Sanayiye çektirdi. Yok orijinal amblemiydi, yok koltuğun kumaşıydı, yok kapının kulpuydu. Dün bilgisayarda resimlerini gördüm arabanın. Mükemmel olmuş.
Ortağıma baktım. İnsanların hurda diye attığı şeyden, bir klasik yarattı. Herkes ondan vazgeçmişken, o vazgeçmedi. Sevgisini, ilgisini, emeğini, enerjisini verdi. Sıradan bir adam ve hurda bir araba hikayesi değil bu. Bu biz insanların sevgimiz ve enerjimiz ile nasıl güzellikler yaratabileceği hikayesi.
Ortağım  yarattı.
Artık sıra bizde…

Bilgen,şükür

21 Ocak 2015 Çarşamba

Veee Beklenen Gün Geliyor

Evet insanoğlu, her yıl heyecanla beklediğiniz zaman geliyor; DOĞUMGÜNÜM.
Şimdiden nasıl bir kutlama yapacağınızı düşündüğünüzü biliyorum. Midenizde kelebekler uçuşuyor, elleriniz titriyor, yanaklarınız al al. Tamam sakin olun, size yardımcı olacağım ne de olsa benim doğumgünüm.
Bu sene fener alayı ya da havai fişek istemiyorum. Öyle 40 gün 40 gece de kutlamayalım. Biliyorum sevinç ve coşkunuza engel olamıyorsunuz ama bu sene şubat programım çok yoğun. Bu sebeple de sade ama eğlenceli bir etkinlik olsun ve lütfen tek günde halledelim kutlamaları.
Bir Bilgen klasiği olarak, açtım google’ı ve baktım, bu sene hangi il olacağım ve bu yaş nasıl geçecek.
37 – KASTAMONU
Aman pek bir övüyorlar Kastamonu’yu google’da. Yok cennetten bir köşeymiş, karmaşadan uzaklaştırıp huzur veriyormuş, göz kamaştırıyormuş. Gezilecek yerleri çok. Pirinci meşhur, sarımsağı meşhur, pidesi meşhur, bakırı meşhur.
Ne müthiş bir sene olacak baksanıza. Hem meşhur olacağım, hem huzur vereceğim, hem pirinç gibi bereketliyim, hem  sarımsak gibi şifa verip hem de lezzet katıyorum. (ayyy çok da terliyip kokacağım galiba)
Heyoooooo, çok heyecanlıyııımmmm

Bilgen,Kastamonu

8 Ocak 2015 Perşembe

SIFIRLANMAK

Hepimizin maşallah bizlerden AKILLI telefonları var.
Resim çekiyoruz, pıt o resmi sosyal medyada paylaşıyoruz. İnternete giriyoruz, yol soruyoruz, yemek tarifi bakıyoruz, saati kuruyoruz, arayan kişiye özel melodi ve resim koyuyoruz. Amaan Yarabbi ne istersen var.
Benimkinin bir de kalemi var. O kalemle notlar alıyorum, bir resmi gördüm mü tak oradan kesip reklamcıma yolluyorum. Uzun bir yazının önemli kısımını işaretleyip ortağıma yolluyorum. Ben yanlış yazıyorum kelimeyi o düzeltiyor. Bugün havanın kaç derece olduğunu söylüyor. Ben oyun oynarken mesaj gelirse, ekran ikiye bölünüyor. Benden akıllı valla.
Bu akıllı telefonların maalesef ilerleyen zamanlarda bir sıkıntıları oluyor; yavaşlıyorlar. Belli bir kapasiteleri var ve sen arkadaşlarla sohbet etmek için harcaman gereken zamanı 3000 tane fotoğraf çekmek için harcadığından telefonunda deposu doluyor.
Bir de teknolojiye aklı eren bir arkadaş dedi ki, “arkada çalışan programları kapatırsan daha hızlı çalışır”. Arkada çalışan programın ne olduğunu sorgulamadım bile. Nasıl yapılacağını göstersin diye verdim telefonu. Düğmeye basılı tuttu ve gün içerisinde kullandığım sosyal medyalar, mail hesabım, hesap makinası, ofis programı filan dizim dizim dizildi ve onları parmağı ile sola attırarak kaldırdı.
Şimdi ben her gece, yatmadan önce, tuşa basıyorum ve gün içinde kullandığım şeyleri sola atarak temizliyorum. Gereksiz yükleri yok ediyorum, onu şarja takıyorum ki ertesi güne o mükemmel hızı ve işlerliği ile başlasın.
Peki ben ne yapıyorum? Ya sen? Sen de kendindeki gereksiz programları kaldırıyor musun? Kendini tüm yüklerini bırakarak mı seni şifalandıracak uykuya dalıyorsun? İnsanoğlunun icad ettiği telefon bile artık kullanmayacağı programı bir daha kullanacağı zamana kadar kaldırıyor. Biliyor ki o program açık kalırsa yavaşlayacak, yorulacak ve ne için yaratıldıysa artık onu yapamayacak. Bu telefonu sen yarattın, onu sıfırlıyorsun da kendini neden sıfırlamıyorsun?
Sıfırlanmanın bin bir yolu var. İster nefes al, ister namaz kıl,ister meditasyon yap, ister reiki yap, ister sadece boş boş dur ama yavaşlamamak için, bozulmamak için, yapmaya geldiğin şeyi yapamaz hale gelmemek için, yaratıldığın halinden başka bir hale bürünmemek için, her gece telefonunla birlikte sende kullanmadığın programlarını kapat.

Bilgen,hiç