30 Mart 2010 Salı

Yanlış Bilinen Gerçekler

Affedersiniz ama lavuğun biri çıkmış zamanında demiş ki “şişman insanlar mutludur”

Nerden çıkardın bunu be adam!?

Ben 25 yıldır profesyonel olarak şişmanım. Mutlu muyum? Hayır.

O sizin mutluluk sandığınız şey hayata pozitif bakabilme ve biraz da vurdumduymazlık.

Aynada kendine baktığında sarkmış göbeğin ve hiçbir pantolona sığdıramadığın götün yerine, ellerinin veya gözlerinin güzelliğini görebilme yeteneği.

İlk zamanlar böyle olmuyor aslında. Kilo almaya başlıyorsun ve panikliyorsun. Her geçen gün aynada çirkinleşen haline bakıyorsun ve hemen önlem almanın derdine düşüyorsun. Önlem almak için çabalarken bakıyorsun ki, verdiğin kiloları 2 kat geri alıyorsun. Canın daha çok sıkılıyor. Hele bir de uzun zamandır görmediğin bazı patavatsız insan bozuntuları seni görüp “Aaaa ne kadar kilo almışsın” demiyor mu, ohhh gelsin seni mutlu eden çikolata veya o nefis sütlünuriye.

Bu savaş yıllarca sürüyor. Psikolojin bozuluyor. Artık aynaya bakmaktan nefret ediyorsun. Kilonla ilgili konuşan insanları duymuyorsun ve 2 günde verdiklerini yarım saatte 2 katı ile geri almaya devam ediyorsun.

Ve bir sabah aynaya baktığında artık umursamadığını fark ediyorsun. Göbeğin yerine vücudundaki başka güzel yerlere kayıyor bakışların. Fiziğin yerine beynini geliştiriyorsun. Hayata boş vermeyi öğreniyorsun ve böylelikle de insanlar seni neşe dolu ve sevimli bilip imreniyor. Oysa sen depresyonun dibindesin.

Ben bir şekilde çıkmayı başardım.

Bugünde tartılmaya gidiyorum.

Darısı diğerlerinin başına.

Bilgen,ödümkopuyor

26 Mart 2010 Cuma

Biber Kızartması

Ne zaman biber kızartmasının o cezp edici kokusu yayılsa bir apartmana birden sekiz yaşıma geri dönüyor ve anneannemlerin apartmanının dönen merdivenlerini çıkıyorum.

Hep bir kızartma kokusu olurdu o apartmanda. Eski bir Üsküdar apartmanının en üst katında otururlardı. Küçücük mutfakları “aydınlık” denilen karanlık bir boşluğa bakardı. Herkes hemen hemen aynı saatte yemek yapardı ve ara sıra o boşluktan bir ses yükselirdi, “Müfidanııımm”. Anneannem adını duyunca başını camdan uzatırdı, “buyur Gülşen”. Tam yemek yaparken ya tuz bitmiştir ya nane.

O sıradaki bütün apartmanların arka bahçeleri vardı. Kuzenlerim ve yan apartmandaki çocuklarla o arka bahçede oynardık akşam ezanına kadar. Arka bahçeleri apartmanların bodrumlarından geçerek gidilirdi ve çocukları bodrumda sıkıştıran sapıkların korkunç hikâyeleri ile bizi doldurduklarından asla tek başımıza geçemezdik bodrumdan.

Yakantop oynardık. Bir insan hep mi vurulur kardeşim!!! Ve hiç mi vuramaz. Nasıl bir yeteneksizlik abidesiyimdir ben?!. Bir de topu havaya atıp birinin adını söylerdin. Top yere düşmeden o kişi tutardı. Tutarsa hemen o da birinin adını söylerdi. Tutamazsa topu yakalayıncaya kadar herkes kaçardı ve sonra topu tutunca kaçanları mı vuruyordu, öllee bir şeyler vardı. Bak şimdi tam hatırlayamadım. Bir de topu tutunca “istop yerliyim” gibi bir şey diyorduk. Ben hiç topu tutamazdım, kaçanları da vuramazdım. Zaten şişkoydum da.

Ee be komşum, sabah sabah biber kokusunu bütün apartmana yaydın ve aldın beni çocukluğuma götürdün. Allah senin cumanı da hayırlı kılsın.

Keyfi bol, kahkahası şen hafta sonunuz olsun.

19 Mart 2010 Cuma

Meli... Malı...

Bu sabah, “bugün kesinlikle tatil olmalı” diye uyandım.

Saatin alarmını susturdum. Şimdi kalkmalı, yüzümü yıkamalı, pijamalarımı çıkarmadan daha akşamdan hazır ettiğim bavulumun içine sabah koyarım diye ayırdıklarımı da koymalı ve fermuarını kapatmalıydım.

Hiç midem rahatsız olmaz ama ne olur ne olmaz uçakta midemde bir sıkıntı oluşur diye, bir dilim kızarmış ekmek, biraz da peynir (aman efendim ne güzel yenir) ve bir bardak çay ile kahvaltımı tamamlamalıyım.

Ooo saat kaç olmuş, hemen giyinmeliyim. Birazdan almaya gelirler beni bekletmek olmaz.

Evet, bu sabah tatil için giyinmeliydim. Elif’in okul çantası yerine kırmızı bavulum olmalıydı elimde. Şuan oturduğum da ofisteki koltuğum değil, uçak koltuğu olmalıydı. Sıcacık bir yerlere gitmeliydim. Dilini bilmediğim, kültürünü bilmediğim, tarihini bilmediğim sıcacık bir yerler. Acele etmeden sindire sindire öğrenmeliydim her şeyini oraların. Deniz kenarındaki şezlongda uzanmışken, elimdeki turist bilgilendirme kitapçığına bakarak bir sonraki günü kararlaştırmalıydım. Güler yüzlü insanlar olmalıydı etrafımda. İyi hissetmeliydim kendimi. Çok iyi hissetmeliydim.

Neyse, bugün olmazsa biraz erken kaçar, sahile inerim. Denize bakarım. Hayal kurarım.

Hayırlı cumalar

Bilgen,çokmuzor

1 Mart 2010 Pazartesi

Bir Kadın Bir Erkek

Her akşam bir yanımda boncuğum, diğer yanımda kuzum anneannemden yarım yamalak aklımda kalan masallardan birini anlatıyorum.

Masalın daha kahramanlarını anlatmaya başlarken Ahmet uyuyor. Elif ise sürekli sorguluyor, “peki o zaman kız ne yapmış?”, “at neden gitmiş?”, “dev neden öyle söylemiş?”.

Bir konuda Elif’e “hayır yapamazsın” diyorsun. Elif elini beline koyup neden yapması gerektiği ile ilgili sizinle çata çat kavga ediyor. Oysa Ahmet’e “yapamazsın” dediğinde, ne cevap vereceğini bilemeyip elinde ne varsa fırlatıp, etrafta sözü geçireceği ilk kişiye koşuyor ağlayarak.

Elif atlara düşkün. Onların yelelerini tarıyor, tokalar takıyor. Aslında sadece atlar değil bütün hayvanları seviyor. Ahmet ise Elif’in atlarını ya da diğer hayvan figürlü oyuncaklarını alıp merdivenden atıyor ve sonra Elif’e gidip gayet üzgün bir şekilde “düştü” diyor.

Biz Elif’le kavga ediyoruz. Ahmet ise bizi seyrediyor. Ne zaman kavganın ona bulaşacağını anlasa hemen ortadan kayboluyor. Oysa ben ne zaman Ahmet’le kavga etsem Elif hemen gelip Ahmet’in arkasında duruyor.

Elif bebekleri dizip öğretmencilik oynuyor, Ahmet ise ya elini tabanca gibi yapıp bebekleri vuruyor ya da arabaları birbirine vurup “kasa” yaptırıyor.

O an anlıyorsunuz ki kadın ve erkek iki farklı yaratık. Ben onları her ne kadar eşit yetiştirmeye çalışsam da, ne kadar kadın erkek değil de insan olarak uyaran sunsam da, kabul etmeliyim ki Allah bizleri farklı yaratmış. Sanırım doğanın doğallığını kabul etmeliyim. Evet benim gibi bir feministten duyulmayacak bir laf ama maalesef EŞİT DEĞİLİZ.

Bilgen,kabuletartık