17 Nisan 2009 Cuma

Ruhdaşın Var Mı?

Ne zaman bir film seyretsem beni çok etkileyen veya ne zaman satırlarında kendimi kaybedeceğim bir kitap okumaya başlasam, kahramanlardan birini kendim yaparım hep, diğerini ise artık kim uygunsa o.

Okunan kitap veya seyredilen film büyük bir aşkı anlatıyorsa, bende kahramanlardan biri olduğumdan bu aşkın içinde yüzerim hep ve tabi ki o dönem hayatımda olan kişi ise erkek kahraman olarak gözümde büyür de büyür. Ama ne zaman kameralar stop der veya kitabın son yaprağı biter, yeniden sıradan hayatıma dönerim ve acı gerçekleri kabul ederim.

Bu aralar ise hep Sufilik ile ilgili kitaplar okuyorum. Başrolde Rumi ile Şems var. Onların kimsenin açıklayamadığı dostlukları ve Allah aşkı var. Şems ile Rumi, günlerce hiç konuşmadan bir odada oturup ruhani paylaşımlarını yapıyorlarmış. Birbirleri için yapamayacakları şey yokmuş.

Benim de aslında, onun için yapamayacağım şey olmayan birçok dostum var. Ama konuşmadan anlaşmak, ruhdaş olmak dediğin zaman iş değişiyor. Benim de bu yolda ilerleyen bir dostluğum var, hatta ona kimi zaman “gel, seninle deniz kenarına gidip, susup denizi seyredelim” derim.

Susarak anlaşmak, bir bakıştan, bir hareketten kompozisyonlar yazmak, kendini bildiğin gibi onu bilmek gerçekten çok güzel bir duygu. Ama korkutucu da.

Çünkü dostluk o kadar derin bir duygu ki, aşka benzemiyor. Aşk gibi gelip geçmiyor. Her geçen biraz daha derinleşiyor ve seni serin sularıyla dinginleştiriyor. Ne onsuz içilen çay zevk veriyor, ne de seyredilen film. Gerçekten diğer yarın oluyor ve eğer bir gün giderse, yarını da alıp gidiyor.

Benim dostluğum da bu aşamalara gelir mi,
Ya da gerçekten hayatta ruhdaşlık var mı?

Bir hırka, bir tespihle ömür geçer mi?

Bilgen,avucumdakisubuyangınlarısöndürmeyeyetmez

Hiç yorum yok: