Geçen hafta nasıl başardım bilmem
dizimi sakatladım ve perşembeden pazartesiye kadar, salonumdaki üçlü koltukta
yattım.
Eeee can sıkıntısı tabi ne yapmalı
ne yapmalı derken gençliğimin sevdiğim dizilerinden Sex and The City dizisinin
serisini buldum ve 4 gün boyunca 30 lu yaşlarında Newyork’lu 4 bekar kızın
maceralarını seyrettim. Elbiseleri, markaları, aşklarını seyrettim. Seyrettikçe
elbiselere, ayakkabılara, incecik vücutlara heveslendim. Hatta dizim iyileşir
iyileşmez hemen alışverişe çıktım. Kendime topuklu ayakkabı, son moda takılar, kirpikleri
uzun gösteren rimel, teni yumuşacık yapan kremler, cilt bakım ürünleri ve
tabiki makyaj malzemeleri aldım.
İlk gün süslendim ofise gittim.
Ofisimizde bir yönetim odamız var
ve o odayı sevgili ortağım Bülent ile paylaşıyorum. Bilgisayar ekranından her
kafamı kaldırdığımda, onun sevgi dolu yüzünü görüyorum. Tabi sevgi dolu yüzü
yanında siyah sakallarını, esmer tenini de unutmamak lazım. (Ama Allah var
ofisteki en şık adam o) Artık onun hareketlerini o kadar kanıksadım ki, elimi
koltuğun koluna onun attığı gibi atıyorum. Hatta bazen onun sakallarını
sıvazlama hareketini yüzüme yapıyorum sıkıldığımda. Benim süslenmiş halimi
görünce; “Hayırdır, bir yere mi gidicen?” dedi.
İkinci gün Bülent’in yanında
ofisteki kızlara baktım. Makyaj yok, kotun üstüne tshirt giyen bizim ofise
çalışmaya gelmiş. Sedef biraz şık ve havalıydı ama çoğunluğun yanında o da
sönüktü.
Üçüncü gün bende yine makyajsız,
crocslarım ve kotumla işe gittim. Her şey eski haline döndü.
Bir kez daha anladım ki hangi enerji
alanında yaşarsan o enerjiye dönüşürsün. Şişmanlarla gezersen şişmanlarsın,
zenginlerle gezersen zenginleşirsin, depresif insanlarla gezersen depresyona
girersin. Arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim hesabı işte.
Hmmmm,o zaman Bülent’e dönüşmemek
için ne yapacağım?
Enerji alanımı değiştireceğim.
Yaşasın değişim.
Bilgen,themelek
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder