Sene 2012. Nefes koçluğunun
ikinci bölüm eğitimi için Çeşme’deyim. Ortağım aradı ve dönüşe rezervasyon yaptırma,
ben almaya geleceğim seni,dedi.
Eğitimin son günü ortağım geldi.
Arabaya bindik, kemerleri bağladık. Çıktık yola.
İzmir’e geldik. Benim ortak,
baktım Kocaeli yoluna değil, İzmir’in derinliklerine gidiyor.
-
Hayırdır, dedim
-
Sana bir şey göstereceğim, dedi.
Hava sıcak, trafik berbat, ben
yorgunluktan ölüyorum ama ortak bişey gösterecek diye, sesimi çıkarmadan
oturuyorum arabada. Ana yol bitti, artık mahalle arasında ilerliyoruz. Mahalle
arası bitti, sanayide ilerliyoruz. Bu arada iki de bir de durup yol soruyoruz.
Caddeler, sokaklara, sokaklar tek araç geçebilir mahalle arası yollara döndü.
Evler gecekondu oldu. Çocuklar sokakta oynar oldu. İzmir’in meşhur kızlarının
olduğu yerden çıktık, Ankara’ya sanayiye geldik sanki.
Bir mahalle bakkalının önünde
durduk. Arabadan indi. Ben yine yol soracak diye bekliyorum. Geldi kapımı açtı.
-patron insene, dedi.
İndim.
-
Eee nasıl buldun? Dedi.
Etrafıma baktım. Sanayi arkası
bir mahalle, eski evler, köşede sinekli bakkal, evlerin arasında kalmış 100m2
hurdalık bir arazi, arazide top oynayan çocuklar. Beynim hem sıcaktan hem de
“nasıl buldun” gibi bir yorum sorusuna cevap verme gayreti ile çabalamaktan
yandı. Neyi nasıl buldum, diye etrafıma bakınıyorum. Gözüm benim ortağa ilişti.
Askerden yeni dönüp otobüsten inip, daha
mahalleye girer girmez, sevdiği kızı gören aşık erkek heyecanı ve gözlerinde ki
o parıltı ile birşeye bakıyor. Onun baktığı yere bakıyorum; hiçbirşey yok.
Ceylan gibi sekerek yolun
karşısına geçti. Çocukların top oynadığı otlu arazide duran tekerlekleri
olmayan otobüsün arkasında gözden kayboldu. Bekledim. Gelmedi. Sırf merakımdan
peşinden gittim.
Bişeyin karşısına geçmiş,
hayranlıkla seyrediyor. Baktığı şeye baktım. Takriben 30 sene evvel taşıt
olarak kullanılan ama şuan tekerlekleri sönmüş, içinde koltuk kalmamış,
kaputunda bahar bahçe olmuş bir arabaya bakıyor.
-
Mükemmel di mi?, dedi
Delirdi bu adam diye düşündüm.
Bir yandan o hurdanın etrafında dönüp duruyor, bir yandan bana sürekli
anlatıyor;
-
Patron biliyorum şimdi gözün korktu ama arabada
valla bir şey yok. Hem bu araba 62 model ve Türkiye’de tek. Bak direksiyondan vitesli. Bundan başka yok. Bunu
sanayiye çektiririz. Rengini krem yapıcam, içine haki renk koltuk koyarız. Arka
amblemi düşmüş ama dert değil, bulurum. Düşün bak. Ahmet’in sünnetinde Ahmet’i
bununla gezdiririz. Bak bir kullan bunu, keyfini anlayacaksın.
Ve vazgeçmedi. Onu İzmir’den
İzmit’e getirtti. Sanayiye çektirdi. Yok orijinal amblemiydi, yok koltuğun
kumaşıydı, yok kapının kulpuydu. Dün bilgisayarda resimlerini gördüm arabanın.
Mükemmel olmuş.
Ortağıma baktım. İnsanların hurda
diye attığı şeyden, bir klasik yarattı. Herkes ondan vazgeçmişken, o
vazgeçmedi. Sevgisini, ilgisini, emeğini, enerjisini verdi. Sıradan bir adam ve
hurda bir araba hikayesi değil bu. Bu biz insanların sevgimiz ve enerjimiz ile
nasıl güzellikler yaratabileceği hikayesi.
Ortağım yarattı.
Artık sıra bizde…
Bilgen,şükür